Tolkien The Silmarillion'u müzik ile başlatır. Giriş metini şöyledir; "Önce Eru vardı, Tek olan Arda'da Iluvatar diye isimlendirilen; ilk önce düşüncesinden doğurduğu Ainur'u. Kutsal olanları yarattı ve onlar hiçbir şey yokken onunlaydılar. Müziğin temalarını oluşturarak onlarla konuştu. Eru'nun huzurunda şarkı söylediler ve o mutlu oldu."
Müzik hayatımızda entresan bağlar kurar ve hayatımızda beklentilerimizi, mutlu olduğumuz zamanları, üzüntülerimizi derken bir sürü alana yayılır. Tolkien'nin yaratım sürecini müzikle başlatması çok ilginçtir. Hayatlarımıza baktığımızda, ciddi anlamda müzikle uğraşan insanların, müziği algılayışı ve hayatlarında koydukları yer çok enteresandır. Büyük değişimlerin eşiğinde o eski şarkılar dinlenir. Umudun yayılmaya başladığı zamanlar da burada başlar.
Müzik evrenseldir ama bunun yanında çok özneldir. İçimizde umut ışığı olacak kavramların arkasında da müziğin yattığını görebiliriz. Sanatın bir çok alanı vardı ama bana göre en saf hallerinden birisi müziktir. Binlerce yıldır medeniyetlerin arkasında bir tını vardır. Ülkeleri, insanları ve yeri geldiğinde dinleri bile tanımlarken müziğe başvurulur.
Kırılmış ve narin ruhlar için sanırım müzik çok daha önemlidir. Bilinmez bir şekilde onların yaralarını saran ve en zor durumlarda onlara destek olan gene bu yalın sanattır. Bunu kelimeler ile ifade etmek zor olsa da, Aralık ayı geldiğinde ne demek istediğimi anlayan bir sürü insan olacaktır.
Kendi yolculuğumda müziğin önemi çok büyüktü. Heavy metal müzik olarak hayatıma girdiğinde ve belirgin olarak doom/death metal, alt türü ile karşılaştığımda, hayatımda aradığım ve boşluğun dolduğunu gördüğüm yer oldu benim için. Tanışıklıktan sonra hayatım daha da anlamlı olmuştur. Beni yalnız bırakmayacak bir türdü ve içinde binlerce varyasyonu barındırıyordu.
Temel anlamda hayatımda death metal müzik olarak çalsa da, kış mevsimi başladığında 90'larda yapılan doom/death karışımı müzik beni daha çok kendine çekmektedir. Bu tür artık bir çokları tarafından icra edilmiyor. Eskiden bu türü icra edenler ya şu anda piyasada yoklar ya da bambaşka bir türe kaymış durumdalar.
Belki de güzel ve anlamlı kılan, eskiden yapılmış ve orada kaya gibi duran eserlerdir. Bir anda tüketilmediği için zamanla benim açımdan daha da anlamlı olmaktadır. Sevdiğim gruplardan bir kaç tanesini örnek olarak yazayım. Katatonia'nın ilk halleri. Ben bu adamların her halini sevsem de ilk halleri benim için çok daha anlamlı. Brave Murder Day ile albüm çıktıktan 4 sene sonra tanışabildim. Benim için kesinlikle mihenk taşıdır.
Opeth'i ise yağmurlu bir günde tanıdım. Morning Rise albümü ilk dinlediğim ve tamamen kapıldığım bir albüm oldu. Zamanla daha da anlamlı gelse de, o ilk dinleyişimde aldığım keyfi sanırım yazı ile ifade edemem. Eski gruplardan ve yaptıkları işlerin detayına girmeden bir kaç örnek daha vermem gerekirse; Anathema, Amorphis, Tiamat, Lacrimas Profundere gibi gruplar. Bu eksende çok fazla icra eden kalmadığı için eski albümler ile yetinmek de yetiyor aslında. O geçiş döneminde bu gruplar çok güzel eserler verdiler. Yenisini ya da aynısını yapmak zor. İcra anlamında mı? Elbette hayır. Ruhu kastediyorum.
Adamlar öyle minimal ve öyle sanatsal atmosferler kurdular ki, bunu şimdi yakalamak neredeyse imkansız gibi. Bu müziğin varyasyonları ve kendini her zamanda yenilemesi bende her zaman heyecan uyandırdı ve uyandıracak. Beni canlı tutan ve hayat ile bağ kurmamı sağlayan da aslında arka planda çalan müzikti. Hayatımda yaşadığım bir çok duygu için şu diyebileceğim şarkılar ve gruplar var. Ülkeler, zaman, yaş, inançlar bizi ayırmış gibi gözükse de müzik bizi birleştirdi.
Binlerce kilometre uzaktaki bir insanın yaptığı şey benim hissettiğimin birebir aynısı oluyorsa, orada bir kıvılcım ve anlam var. Tolkien yaratılış sürecini müzikle başlattı. Belki de yaratılış o müzik içindeki varyasyonlar için başlamıştır. Bizi insan yapan ve tınılarda bizi mükemmel kılan, bir kaç nota değil elbette. O notanın diziliminden ziyade, o notanın sahip olduğu ve sözlükte tam karşısına gelen anlam bizi yeniden tanımladı.
Bu zamanın en güzel taraflarından bir tanesi de müziğin gerçekten hayatın içinde olması. Herkesin farklı bir tadı ve farklı bir tınısı olacaktır. Bizi insan yapan şey bu ama temelindeki titreşim, bizim bu hayat içindeki varoluşumuzu yeniden anlamlandırıyor. Burada varolmak ve müziğin insanı sarması inanılmaz. Ruhun içindeki anlamları aramaya başlamadan önce, müziği belki de yeniden tanımlamak gerekecek.
Kırılmış, acı çeken, mutlu, huzurlu, arayışta, bekleyen ve tanımlayamadığımız bir çok ruh halinde olan insan var. Bu insanları birleştiren tek ve en büyük şey sanırım müzik. Ruhları o kadar derinden ve o kadar saf bir yerinden yakalıyor ki, bunun anlamlı olması temelinde neyin yattığını da ortaya çıkarıyor. Titreşimlerden daha öte bir şey var, o da saf olanın yeniden tanımlanması. Her şey insan eli ile olmalı, sebebi ise çok açık. Bizim içimizden olmayan bir kavram bizi nasıl sarabilir.
Müzik bir çok ruha ilham oldu ve hala da olmaya devam ediyor. Evlerinde yalnız olan, terkedilmiş olan, Mutlu olan bir sürü insanı tanımlayan tek kavramın ve ruhların en saf halinin bu hayatın içinde büyük bir anlamı var. Bu anlamları yeniden tanımlamak ve bu anlamların içindeki derinliği anlamak, bizi daha iyi, daha faydalı bir birey haline getirecek. Yolculuğumuz hala devam ediyor. En saf ve en yalın hali olan müzikte, bize bu yolculukta eşlik ediyor.





Hiç yorum yok:
Yorum Gönder