26 Aralık 2012 Çarşamba

The Hobbit: An Unexpected Journey

Sinemaya gitmeyeli baya uzun zaman olmuştu. Sabah yapılacak işlerim vardı ama kafamda da sinemaya gitme gibi br düşünce belirmişti. Sürekli ertelediğim ve bugün, yarın derken uzayan bir döngüde devam eden bir serüvendi benim için. Sabah erken kalktım ama biraz oyalandım tabi. Daha sonra Kyk'ya gitmek üzere yola çıktım. Bu sene burs almaya başlayacağım. Onun son işlemleri için gitmem gerekiyordu. Kafamda bir hesap yapmıştım. Kyk'dan çıkınca direk dolmuşa binip sinemaya gidecektim. Bu planım neredeyse zamanı iyi ayarlayamamdan dolayı suya düşecekti ama gitmeyi başardım.




Seans başladıktan 10 dakika sonra içeriye girebildim. İçerde 1 kişi vardı. Koca salonda tek başınaymış gibi hissetmek çok keyifli. Bu film ayrıca benim ilk 3d deneyimim olacaktı. Kafamda bir şey yoktu ama teknolojinin müthişliği karşısında, saygıyla eğildim. Çok canlı bir atmosferde film izlemeyi sağlıyor. Keyifli bir yere oturduktan sonra filmi izlemeye başladım. Beni eski zamanlara götürdü. LOTR'in ilk çıktığı zaman aklıma geldi ve ne kadar uzun zaman geçtiğini anladım. Bu zaman diliminde çok değişmiştim. Bu değişimleri şimdi daha net görebiliyordum.




Film başladığında Shire ile karşılaşmak olağanüstüydü. 3D teknolojisi de girince işlerin rengi çok değişmişti. Yakaladıkları atmosfer sanki bir şiiri anımsatıyordu. Keyifle izlerken bir anda Gandalf'ı yeniden gördüm. Gri Gandalf tabiki. Aradan geçen zaman kitabı ilk okuyuşum ve Peter Jackson'un dehası inanılmaz keyifli düşüncelere dalmama yol açtı. Hobbitler arasında en çok dikkat ettiğim husus sıkı birer tütün içicisi olmaları. Tolkien'in kafasındaki eski dünyaya ait hazlar içinde bu detayın da olması enteresan.




Cüceler her zamanki gibi en büyüleyici halleriyle karşımdaydılar. Cücelere karşı yakınlık hissederim. Kendi karakterimde de benzer yanlar görmek ve fevri tavırları beni her zaman etkilemiştir. Cüce kral çok çok iyi betimlenmiş. Sahneler, çekimler, makyajlar çok çok başarılı. Biraz önce The Hobbit'in yapım aşamasını da izlerken, adamların ne derece büyük bir iş yaptığını anlamak ve yapılanı görmek, insana haz veriyor. Tüm detaylar güzeldi ama orc ve troll atmosferlerini sevmedim. LOTR'daki orclar daha başarılı. Bu troll ve orclar çok temizler. Orc dediğin, troll dediğin pis olmalı, insanı tiksindirmeli.

Varglar da çok ürkütücü olmamış. LOTR atmosferinde daha iyi betimlendiklerini düşünüyorum. Çekilen sahneler ve maceranın 3 film olarak yayınlanması fikri, fanları gerçekten büyüleyen ve mevzunun detaya inilmesi anlamında çok başarılı bir karar. Tüm set inanılmaz bir atmosferle hazırlanmış.




Gelelim yüzük meselesine. Gollum ve Bilbo arasında geçen diyaloglar çok başarılı olmuş. Gollum gene çift kişiliğinde ve ızdırabında devam etmekte. Hikayeyi herkes az çok biliyordur sanırım. Bir enteresan detay da cüce krallığı düşerken, elflerin buna seyirci kalmaları. Oradaki geyğe binmiş elf kralı ve efradı çok başarılı tasvir edilmiş.

Cüceler hem görüntü, hem de mizac anlamında perdeye çok net aktarılmış. Kafamda daha başka bir cüce canlanmıyordu. Özellikle karakterlerin artması, daha mistik bir atmosfer vermiş. Arada söylenen şarkılar ve hüzünlü/gaz atmosfer büyüleyici.




Filmden inanılmaz keyif aldım. Peter Jackson'ın perdeye aktardığı dünya bazı insanların hayal gücündeki gibi olmayabilir. Arkadaki emeği ve çalışmaları görünce, bu adamın cidden bu işin altından kalkabildiğini görmek insanı keyiflendiriyor. Bize perde de olsa Orta dünyayı göstermesi bile bence takdire şayan. Günüm kısaca güzel geçti. Uzun zamandır sinemaya gitmiyordum. Bu gidişim de anlamlı oldu. Beklentilerimi karşıladı.

22 Aralık 2012 Cumartesi

Ulver - Shadows Of The Sun

Sanatı tanımlarken bir çok kavramdan yararlanırız. Benim son yıllardaki müzikteki sanat algım; post-metal, ambient ve dark-electronic ögelerini içinde tanımlayan bir müzik türüne doğru kayıyor. Birçok grupta bunun farklı yansımalarını görürken, tamamında bu konsepti bulmak zor. Bunun en belirgin olarak ortaya çıktığı albüm Ulver'den geliyor. Shadows of the sun bu konseptin tamamını benim için tanımlıyor.




Albüm başlangıcı ve bitişi arasında çok fazla duyguya hitap ediyor. Bu albümü mutsuzken, dalgınken, düşünürken, kızgınken ya da kafanız çok karışıkken dinlediğinizde, kendi içindeki açılımları daha net görebilirsiniz. Sesle ifade edilen bir eseri yazı ile tanımlamak zor. Elimden geldiği kadarı ile, bana ifade ettiği duygular içinde bu albüm için bir şeyler karalamak niyetindeydim. Sonunda bu amacıma uygun bir an yakaladım ve bir şeyler yazmaya karar verdim.

Albüm 2007 yılında çıktı. O yıl benim için karmaşalı yıllardan bir tanesiydi. Dünya üstüme üstüme geldiğinde sığındığım liman, Ulver değildi. Daha çok bildiğim bir limandı. Arada uğradığım ve hemen uzaklaştığım. Müzik zevkimdeki hafif değişiklikler ve daha minimal işlerden zevk alma sürecim, sıkıntıların tavana vurduğu yıllarda arttı. Bu yıllar geçerken içimde öfke, nefret, bıkkınlık, yalnızlık, sevgisizlik ve kaybolmuşluk vardı. Bu duyguları doom içinde tanımlamak daha uygun geliyordu. Katatonia dinliyordum ve inanılmaz sıkıntılar yaşıyordum.




Ulver bu zamanların sonuna doğru ve kafamın hafif toparlandığı dönemde, elimde duran ama içindeki kıymeti bilmediğim, sanatsal algı ve tüm ihtişamı ile karşımda duruyordu. Bunu yavaş yavaş anlamaya başlamıştım. 2010 yılında Shadows of the sun benim için bir şeyler ifade etmeye başlamıştı. Dinlerken en azından sakin kalabiliyordum. Zaman içinde bu albümün bundan çok daha öte ve bir başyapıt olduğunu anladım.

Sanat tanımı ya da müziğin içindeki o minimal işler zamanla kendini gösteriyor. Daha erken dönemlerde anlamadığımdan dolayı bir şey ifade etmeyen işler, daha keyifli gelmeye başlıyor. O zaman içinde bu dinlenmeyen gruplar için vasat algısı yoktu. Sadece bana göre uzaktaydı. Stoner'ın tür olarak şu zamanda bana çok uzak gelmesi gibi. Çok başarılı işler yapan grupları bilsem de, dinlemek için gücüm yok açıkcası.




Shadows of the sun albümü kesinlikle Ulver tarihinde bir dönüm noktasıdır. Ulver'in neler yapabileceğini en minimal haliyle sahneleyen, perdesiz bir tiyatro gibi de algılanabilir. O kadar minimal ve şahane bir atmosfer var ki içinde, dinlerken kaybolmak ve o kayboluş içinde anlamlar bulmak mümkün. Ulver bu işin içindeki minimalizmi, post-ambient-electronic kavramlarını çok başarılı bir şekilde harmanlayabilen bir grup. Garm'ın sıkıntılı minimal vocalleri ise işin içinde katmanlı bir yol açıyor.

Şarkı şarkı albümden bahsetmeyeceğim ama giriş parçası Eos'u dinleyenler bu albümün ne olup, ne olmadığı hakkında fikir edinebilirler. Albüm konsept olarak size bir halat sunuyor. Boşluktaysanız ve çıkmak istiyorsanız, yapmanız gereken tek şey o halata güvenmek. Biliyorum çok fazla kırıldınız, çok fazla yıprandınız, bunla kaybedecek zamanınız yok, biliyorum! Burada durun ve sadece bir şans verin. Bu şans ile içinizdeki bazı değerler yeniden anlamlı hale gelecek ve güvenmeye başlayabileceksiniz. Bunların nasıl olduğunu anlamasınız bile orada olacaksınız, anlamasanız da bileceksiniz. Bilmek; içinizde gelişen ve büyüyen o yoğun duyguları özgür bırakacak ve yeniden nefes alır hale geleceksiniz. Çok fazla mutsuzsanız sizi frenleyecek, belki sizde biraz isterseniz sizi sakinleştirecek.




Bazen elimizde olanları görmeyiz. Elimizde olanlara değer vermeyiz. Bu değer bilmeme durumu aslında anlamamaktan kaynaklanır. Ne olup, ne olmadığı hakkında fikir sahibi olduğumuz şeyler üzerine daha belirgin yargılar geliştiririz. Bazı şeyleri ise direk hükümle alteder ve onları yargılarız. Onları öteleriz, tıpkı çoğu zaman kendimizi kendimizi ötelediğimiz gibi. Bazen şans verdiklerimiz bizim kurtarıcımız olabiliyor. Küçük şeyler aslında kurtarıcımız. Bugünkü konumuz Ulver olduğuna göre, neden birilerinin içindeki huzursuzluğa çare olmasın ve bir an olsun onu dindirmesin.

Sözlerimin ulaştığı insanları bilmiyorum, onları görmedim, onlarla konuşmadım ama ortak bir noktamız olduğunu biliyorum. Hayatta bir arayışımızın olduğunu vce bizi burada buluşturduğunu da biliyorum. Bugün uzunca bir süre kulaklarımda sadece Ulver'in yankısı vardı. Eğer sizde isterseniz bu yaşlı kurtlar size de ulaşacak. Ulver nordik lisanında kurtlar demek. Yapılan müzik ve o soğuk atmosfer ile uyumlu bir isim ne dersiniz? Minimalizmi sevenler ve yeni şeyler dinlemek isteyenler için, kışa girdiğimiz bu zamanlarda Shadows of the sun albümü çok ideal bir seçim. Ulver'in bu şarkılarda benle beraber koştuğunu biliyorum. Bu bir sürü ve Ulver onun bir parçası ama önemli bir parçası.







The sun is far away
It goes in circles
Someone dies
Someone lives
In pain
It is burning
Into the thin air
Of the nature
Of a culture
On the dark side
Under the moon
The wolves gather

14 Aralık 2012 Cuma

Hakikatin Renkleri

Hakikat nedir? Karşılığı gerçeklik. Gerçekliği tanımlamak için bir sürü parametre olduğu gibi, en yalın ve saf hallerini anlatan kelimeler ile de karşılaşabiliriz. Peki hayatımızda hakikat arayışı var mı? Herkes bu hayatla ilgili bazı soruların ya da bütün soruların bir cevaba ulaşmasını ister. Bazıları için aldıkları cevaplar yeterlidir. Bazıları ise bu cevaplardan tatmin olmazlar. Katmanlı yapılar içinde hakikat arayışı bir adım arkasına geçme ya da tamamen arka planda olanı görmektir. Kutsal metinlerde dünyanın bir ilüzyon olduğundan bahsedilir. Bunun gerçekliğe dönüşmüş ve simülasyon kuramı içindeki hali Matrix'dir. Jean Baudrillard'ın ruhu şad olsun, bize bu konuda açık bir pencere bırakmıştır.

Yaşadığımız dünyada insanlar belirli grupların altında toplanırlar. Etnik gruplar, siyasi gruplar, dinsel gruplar, taraftarlar vb. gibi bir sürü grubu tanımlayabiliriz. Bu gruplaşmalar sonucunda insanlığa ait olan bilgi kutuplaşır. Fanatizm sayesinde bu bilgi belirli kalıplara bölünür ve bizden uzaklaşır. İnsanın ürettiği herşey insanlığa aittir. Tüm bilgi bu arayış içinde kullanılabilir. Hakikat arayışı bu bilgilerin grupların ya da tekelin elinden çıkarılması ile başlar. Burada taraf olmadıkça kazanacağımız açıktır. Eriştiğimiz bilgi ve içeriği çok daha fazladır.




Herkesin ilgisine göre bilginin farkı onları kendine çeker. Sanat bunun için en belirgin olanlardan bir tanesidir. Sanatın olduğu yerde, hakikat arayışı daha da ön plana çıkar. Belirli formlardan ve kalıplardan oluşan bu mekanizmaların, belirli koşullar içinde evrimi, düşüncenin doğduğu ana kalıbı temsil eder. Bunun gibi etkileşimler sayesinde düşünce açılır ve düşünce özgürleşir.

Özgürlük ve hakikat arasında sıkı bağlar vardır. Özgürlüğü yaşamış ve düşünsel anlamda kalıplardan sıyrılmış hali ile arayış, kendi yöntemini bulmuştur. Her sistemde gerçeklik üzerine kafa yorulmuş ve gerçekliğin arkasında olan şeyin, hayatın içindeki değeri , basamakları, yolları ve özellikle yöntemleri üzerine, çok farklı disiplinler gelişmiştir.

Dinsel figürler içinde bu yollara daha sık rastlıyoruz. Yöntem ve yöneliş bu kategorinin en başında yer almakta ve sistematik bir yolla ilerlemektedir. Bizim zamanımızdan önce yaşamış insanlar, bu mevzuya kafa yormuşlar ve belirli basamaklar belirlemişlerdir. İslam içinde Tasavuuf ve benzeri sistemler hakikat arayışını farklı bir boyuta taşımıştır. Bu zihniyetten uzak hakikat arayışcıları ise tefekkür yoluna gitmişler ve geliştirelen metodu bir şekilde reddedmiş ve özgür bir sistemin içinde varolmuşlardır.

Budizm, şintoizm, animizm, totemcilik ve türklerin eski dini olan şamanizmde de bu arayışın izlerini görüyoruz. Zen kavramı aydınlanmaya sembol olmuştur. Budizm içinde ise Buda bu yöntemi tamamen sistematik hale getirmiştir. Birçokları karamsardır bu konuda ve madden sıyrılmayaı tercih etmişlerdir. Azınlıkta olan bir grup ise maddesel denge ve anlam üzerine kafa yormuşlardır.

Bu sistematiği Hegelin düşüncesinden ayrılanlar materyalist diyalektik ile açıklamışlardır. Felsefede de bu yollar tanımlanmıştır. Her formunda biraz daha yücelmiş ve daha nesnel bir durum arzetmiştir. Bunu analitik felsefe görebiliyoruz. Varlık felsefesi ile ilgilenenler ise durumları daha da sistematik hale getirmişlerdir.




Türklerin eski dini olan şamanizmde, şamanın kayın ağacına tırmanma figürü vardır. Bu ritüel sonsuzluğa ulaşma ve bu sonsuzluk içinde katedilen yolları anlatmaktadır. Hakikat arayışının kendi tarihimizdeki ilk formlarından bir tanesidir.

Hakikat yolcusu olan bir varlık, hayatta beslenebileceği her alandan beslenir ve aydınlanmaya ulaşana kadar yoluna devam eder. Bu aydınlanma arayışının avrupadaki en belirgin unsurları rönesans ve reform hareketlerinde ortaya çıkmaktadır. Yolculuğa geri dönersek; bir film, bir müzik, bir kitap, bir olay, bir durum, zaman, akış, kavrayış, sistematik düşünce gibi olgular, hakikat arayışında yapbozun parçalarının birleşmesi gibi bir resim ortaya çıkarmaktadır.

Yavaş ama tatminkar bir şekilde oluşan bu resim, oluşum aşamasında çok fazla kafa karıştırır ve bu kafa karışıklığı bir çoklarını, yapbozu tamamlamadan bırakmaya teşvik ederler. Oysa yol meşakkatli ama ödülü büyüktür. Dünyada olan şeyler anlamını yitirir, dünyada olan şeyler anlamlı hale gelir. Duvar yok olur, duvar daha sağlam kalır. Işığın yapısında iki gerçekliğin de doğru olması gibi tefekkür içinde hakikata dair şeyler doğrudur. Kişilerin yapısına göre bu arayış ve ulaşılan bilgi boyutu birbirinden farklıdır, çünkü donanımlar ve gereksinimler farklıdır. Bu farklılaşmaya kısaca bereket diyebiliriz. Dünya nüfusu 8 milyara dayanmışken, farklılıkların ve arayışların anlamı, eski zamankinden daha büyüktür.




Bu yol keyifli, bu yol acılı, bu yol handikaplarla ve yalanlarla dolu, bu yol doğruluğun ta kendisi. Bu yolda en büyük yardımcı ve filtre vicdandır. Vicdanla birlikte alınan bilginin işlevselliği, zaman ve mekan üstündedir. Bu kadar geniş bir alana yayılan deneyim ve bilgi kütlesi, insanı çıktığı yolculukta huzura erdirecektir. Nadir bulunan bir çiçeği aramak için bir ömür harcasan, o ömür boşa gitmemiş demektir. Bu nadir çiçek hakikatın ta kendisidir. Hakikat binlerce farklı şekle, renge, kokuya, kalıba sahiptir. Tek bir gerçeklik vardır o da dokusudur. Dokusunu tanıyanlar aynı maddeden yapıldıklarını ve sadece farklı formlarda yeniden tanımlandıklarını anlar. Bilgi kayboldu, bilgi yeniden ortaya çıktı, bilgi aslında yoktu, bilgi aslında vardı. Yaklaşımların hepsi de mantıklı bir yere götürüyor, sadece farklı formlarda ve amaçladıkları tek şey hakikat. Hakikat arayışı üzerine bir şeyler yazılabilir mi? Kesinlikle hayır! evet! belirsizlik! söylenen şeyler birbirinden farklı ama o arayışın içindeki form aynı. Doku orada, yapı orada. Bulması belki zor, belki imkansız, belki de konuştuğumuz konunun tamamı ütopya. Cevabı ne olursa olsun, bu yolda harcanan zaman ve uğraş boşa gitmeyecektir.

İnsan; evrenin minimize hali, evrenin ta kendisi, sadece bir form, sadece ruh için bir araç...İnsan için olan herşey insanın hizmetine sunulmuştur. Önemli olan ihtiyacımız kadar olanı alabilmektir. Bu ihtiyacı içinde barındıran ve susamış olanlar, yaşadığımız zamanı her seferinde daha renkli ve yaşanılabilir kılacaklardır.

4 Aralık 2012 Salı

Distopya'ya Bir Adım Kala

Mitoloji insan hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Çağlar boyunca hikayeler anlatılmış ve hayat anlamlandırılmaya çalışılmıştır. Bu zamanın sonunda durduğumuza göre bütün hikayeleri tek bir sesten duyabiliriz. Bu ses form değiştirir ve film olur, müzik olur, şiir olur, destan olur yine karşımıza çıkar. Bu yazıda bilim-kurgu ve mitolojinin kesiştiği ve benim için büyülü bir hal alan bir kompozisyon ve detaylarından bahsedeceğim. Tanrı Thor ve yaşadığı büyük salon Beliskner (Bilskirnir), stargate dünyası ile kesişimi ve ütopyaların açtığı yolları kendimce anlatmaya çalışacağım. Bunları anlatmaya çalışırken, bilim-kurgu dünyasında kurduğu bağları ve o bağların ne kadar etkileyici formlarda olduğunun, sadece benim değil bir çok kişinin de zihninde bir şeyler yakacağını düşünerek paylaşmak istiyorum.





Beliskner eski norveç mitolojisinde tanrı Thor’un büyük salonudur. Burada karısı Sif ve çocukları ile yaşar. Grímnismál’a göre salon çok büyük bir yapıdır ve içinde 540 oda bulunur. Asgard’da konuşlanmıştır, tanrıların konutlarıdır, Thrudheim krallığıdır (gücün krallığı).




Kısaca İskandinav Mitolojisindeki tanrı, tanrıça, kötü tanrı ve cüce kavramlarını bilmek, bize hikayenin gidişatında ve bıraktığı izlerde, kolay anlaşılır bir yöntem sağlayacaktır;


Thor - veya Donnar - İskandinav mitolojisinde en güçlü tanrıdır. İki sihirli nesneye sahiptir. Bu nesnelerden biri Mjöllnir'dir. "Miyölnir" diye okunur. Mjöllnir, adının anlamı "parçalayıcı" olan kocaman bir çekiçtir. Çekici Brokk ve Eitri isimli iki cüce kardeş yapmışlardır. Çekiç yapılırken Loki sinek kılığına girip cüceleri ısırarak rahatsız edince bir kaza olmuş, çekicin sapı kısalmıştır.

Bu iki cüce ayrıca bu çekice birçok farklı özellik vermiştir. Çekiç, Thor'un onu kolayca saklayabilmesi için küçülebilir. Ayrıca bir bumerang gibi, bir düşmana atılınca düşmana tüm gücüyle çarpar ve sahibinin ellerine geri döner. Thor kılık değiştireceği zaman çekici ile kendi yörüngesinde hızlıca döner. Fırtınaları çekici ile kontrol eder, yağmurları onunla yağdırır. Çekici ile evlilikleri ve nesneleri de kutsayabilir.
Onun güçlü olmasını sağlayan bir diğer sihirli nesne de altın bir kemerdir. Bu kemeri takar takmaz gücü ikiye, hatta üçe katlanır.

Ayrıca Thor'un iki tane keçisi vardır. Bu keçilerden birinin adı Tanngniost (Diş Çatırdatan) diğerinin adı da Tanngrisnir (Diş Gıcırdatan)dır. Bu keçilerin çektiği arabası yerde de gökte de gidebilir.

Thor, Odin ve Jord'un oğludur. Odin'den sonra gelen en önemli tanrı olarak kabul edilir. "Altın saçlı tanrıça" Sif ile evlidir.İskandinav tanrıları arasında en kurnaz, en kötü tanrı Loki'dir. Loki, Sif'e onu sevdiğini ve evlenmek istediğini söyler. Fakat Sif onun teklifini kabul etmez. Ret edilen Loki çok sinirlenir ve bir gece Sif uyurken kılık değiştirerek onun yanına gider, Sif'e güzelliğini veren uzun saçlarını keser ve kestiği saçlarını da yakar. Artık Sif kısa saçlarıyla hiç çekici değildir.

Thor da uyanınca bunu görür. Ancak Sif'ten boşanmak yerine onun intikamını almaya karar verir. Bu işi ancak Loki yapar diye düşünür ve Loki'nin peşine düşer. İskandinav tanrıları tamamen ölümsüz olmadıklarından dolayı Loki Thor'un kendini öldürmesinden korkarak özür diler ve cüce İvaldi'nin oğullarına gider. Bu ünlü cüce demirciler, Sif için altından saç telleri yaparlar. Loki de özrünü kabul etmesi için bu saçları bizzat Thor'a kendi eliyle verir.

Thor altın saçları eşine takınca, "Altın saçlı tanrıça" lakabı da bu olaydan sonra başlamıştır, onun daha da çekici olduğunu düşünür ve onunla birlikte olur. Bu birleşmeden sonra da Thrud adlı bir kızı, Lorride adlı da bir oğlu olur, dördü beraber Thrudheim'deki 540 odalı Bilskirnir isimli saraylarında yaşarlar.

Tanrı Thor'un Odin'den sonra en güçlü tanrı olması ve gücün iskandinav mitolojisinde farklı bir anlam ile ifade edilmesi, detaylar içinde bize çok farklı anlamlar sunuyor.




Şimdi kısa bir atlama yaparak Stargate dünyasına girelim ve orada İskandinav mitolojisinin izlerini sürelim. Stagate dünyasında Asgard isminde çok gelişmiş bir uygarlık yaşamaktadır. Dünyadaki ufo araştırmaları ile ilgilenenler griler diyince, neyi kastettiğimi anlayacaklardır. Burada Asgard othala galaksisinde yaşayan gelişmiş bir uygarlıktır. Ellerinden geldikçe başka galaksilerde olan iyi varlıklara da yardım etmeye çalışmaktadırlar. Teknolojik olarak çok üstünlerdir. Vücutlarında adrenalin bezleri olmadığı için duygusal tepkiler geliştiremezler ve direk yanıtlara yönelirler. İnsan topluluklarına korunmuş gezegenler anlaşması uyarınca çok fazla yardımları dokunmuştur. Sg-1 ile çok sıkı ilişkiler geliştirip, evrenin içindeki iyi-kötü mücadelesinde ellerinden geleni yapmışlardır. Asgard'ın Yüksek Askeri Komutanı Thor'dur. Burada İskandinav mitolojisi başlar. Asgard ırkı bizdeki iskandinav mitolojisinin othala galaksisinde yaşayan örneğidir. Tanrı Thor'un yaşadığı düşünülen salon Beliskner, Stargate dünyasında Thor'un uzay gemisinin ismidir.




Thor'un uzay gemisi hakkında ve Asgard teknolojisi hakkında biraz daha bilginin işleri biraz daha netleştireceği kanısındayım;

Beliskner sınıfı gemiler Asgard'ın en bilindik savaş gemisi sınıfıdır. Beliskner ilk kez Thor (Asgard filosu yüksek komutanı)'un komutasında stargate dünyasında gözükür. Sırayla gözüktüğü bölümler;  2.06 "Thor's Chariot, 3.22 "Nemesis Part 1"'dir. Beliskner sınıfı gemileri Tau'ri tarafından ilk kez görülen ve bir süre boyunca galaksideki en güçlü savaş gemisidir. Bu konu hakkında ilk bilgi Teal'c tarafından verilir. Dünyalı yaklaşımına göre ana gemi gibi durmamaktadır. Kaçış modülleri, ekstra kargo alanları bulunmamaktadır. Teal'c bunu bir ana gemi olarak isimlendirmiştir. Belki de durum Jaffa mantığında daha farklı algılanmaktadır.




Beliskner baya büyüktür. Dünya gemisi Prometheus'a göre kat be kat büyük durmaktadır ama O-Neill sınıfı gemilerle boyutları eşittir. Ne zaman üretildiği bilinmemektedir ama Jaffa efsanelerinde uzunca bir zamandır yer almasından dolayı, tarihi baya eski durmaktadır. Siyah bir materyalden yapılmıştır, muhtemelen naquadah'ın bir türevidir. Yıldız gemilerinin dış kaplamarında Asgard naquadah kullanmaktadır. Thor alaşımlar kullandıklarına dikkat çekmişti. Naquadah da o alaşımlardan bir tanesidir. Geminin yapısı Thor'un çekicinde kullanılan sembolle aynıdır. Muhtemelen bu sembol geminin temel yapısı dikkate alınarak geliştirilmiştir.

Beliskner Thor'un sandalyesi olarak da bilinmektedir. Gemide kullanılan tasarım bir çok Asgard tasarımının temelini yansıtmaktadır. Belki de bu yaklaşım Asgard'ın estetik algısını da özetlemektedir. Gemi'ye 4  neutrino ion jeneratörü güç vermektedir. Her biri on milyon kilojoule enerji üretmektedir. Tüm jeneratörlerin kombine edilmesi ile 4 trilyon joule enerji ortaya çıkmaktadır. Bir saniyede 100 ton TNT'nin çıkardığı enerjiye denk bir enerji çıkarmaktadır. Bu enerji Asgar silahları, kalkanları ve köprüdeki bir çok teknolojinin temel enerji gereksinimlerini karşılamaktadır. Bu kadar çok enerji gelişmiş Asgard teknolojisini de bize göstermektedir.




Asgar hyperdrive teknolojisi bizim galaksimizdeki en gelişmiş teknolojidir, belki de Kadimler zamanında bile daha üstündü. Asgard kendi dünyalarından bizim galaksimize bir kaç dakikada geçme kapasitesine sahiptir. Dünya gemisi Prometheus'da Asgar hyperdrive teknolojisini kullanmaktadır. Elbette geriye kalan teknoloji, Asgard teknolojisi olmayıp, dünya tabanlı geliştirilen bir teknolojidir.

Asgar gemileri çok gelişmiş bir gizlenme yeteneğine sahiptir. Dünya teknoljisi ile Asgard gemilerini farketmek imkansızdır. Thor şimdiye kadar hiçbir şekilde dünya yüzeyinde tesbit edilmediklerinden bahsetmiştir. Kısaca Asgar teknolojisi çok üstündür ama Kendi dünyalarında karşılaştıkları bir bela ile mücadele etmek, neredeyse sonlarını getirmek üzeredir. Thor kendi evrimlerine işaret ederek, beyinlerinin çok kompleks çözümler üretebildiğini ve basit yaklaşımları artık fark edemediklerini söylemiştir. Sg-1 ekibi Asgard'a sorunlarında çok yardımcı olmuş, onların güvenini ve dostluğunu kazanmıştır.




Hayatta her zaman hikayeler evrilir ve farklı bir şekle bürünür. Anlatmak istediği şey özünde aynıdır ve iyinin-kötünün savaşından başkası değildir. Sadece her seferinde form değiştirir. Yeni dünyada ise mitoloji, özellikle İskandinav mitolojisi bizim bilinmezlik kavramamız ve insancıl taraflarımız ile birleşmiş ve bilim-kurgu olarak, griler dediğimiz varlıkları Asgard olarak karşımıza çıkarmıştır. Stargate dünyası en temelinde dünyadaki mitolojiyi irdeler ve ona göre bambaşka bir hikaye anlatır. Verdiği mesaj özünde aynı olmasına rağmen, kullanılan figürler değişmiş ve olayları daha da katmanlı hale getirmektedir. Hayatın içinde bir çok şey yeni bir form oluşturur ve yeniden insanlık içinde kazanım sağlar. Hikayeler yer değiştirir ve yeni hikayelere yer açarlar. Bu yeni hikayaler içinde anlatılan ve amaçlanan şey eskisinden çok da farklı olmamasına rağmen, isteklere daha net cevap verecek düzeye evrilir.

Hepimizin modern dediğimiz kavram ile eski kavramları bir arada görmek isteyen bir bakış açımız vardır. Bu bakış açımızda karma sistemler bizi daha da mutlu etmektedir. Bilgi başka bir forma, enerji başka bir enerjiye evrilir. Bize ait olan insanlığın hikayalerinde saklı olan şeyler ise şu anda bambaşka bir forma doğru evrilmeye başladılar. Bu daha başlangıç ve ortaya çıkan sahne bizim için daha doyurucu. Eski hikayeler bizim için doyurucu olmasa bile yeni hikayeler kesinlikle daha fazla seçenek sunuyor. Özünde aynı olanın bir parça değişmesi bizi bir nebze mutlu ve yeni şeyler öğrenmeye, eski ile bağlar kurup, unutulmuş bilginin ortaya çıkmasını sağlayacak, ne mutlu bizim için ortaya çıkan şeylere.




Daha fazla zaman harcayıp, daha fazla öğrenerek insanlık bambaşka bir yere doğru evrilecek. Özümüz eski hikayalerde saklı, eski ninnilerde, eski oyunlarda ve adına eski dediğimiz bir çok şeyde saklı. Bunlar artık eski olmaktan çıkıp, zamanımızın yeni yaklaşımları haline getirecek. Burada bilim-kurgu gibi bir çok etkin faktör var. Eğer uzayı bir harita düşüp katlarsan, bambaşka bir yere çok fazla enerji harcamadan ulaşırsın. Adına eski dediğin şeyi katlarsan, yeni olanla aynı yere gelir ve arada kısaca bağlar oluşur. Burada stargate bunu yaptı ve yeni yapıtlar ile soluksuz serüvenlere eski dediğimiz ama yeni olanlar ile çıkıyoruz. Şimdiyi kavrayabilenler için hepsi şu anda yaşanmakta. Gelecek, geçmiş, şimdi aynı noktada yeniden kendini tanımlıyor ve bunu bizim zihinlerimizde yapıyor.

22 Kasım 2012 Perşembe

Face The Pain

Time to end this suffering
I need a minute to my-self
So I can drift away
You will never get to me, what can be done I'll do myself
So I can slip away
Watch you rise, and watch you fall
Watch you losing control
Now I see the way
Watch you rise, and watch you fall
Now I'm about to break
Watch you rise, and watch you fall
Watch you loosing control(Crawl inside my head)
Watch you rise, and watch you fall
Now I'm about to break
Face the pain, no escape can you step to this
Face the pain, Face the pain, It's ripping me into pieces
Face the pain, no escape can you step to this
Face the pain, Face the pain, It's ripping me into pieces
Face this mirror in front of me, i see the image of myself







So I can drift away
My thought runs deep, I've trained to meet
Our soldiers are advancing south
So I can slip away
Watch you rise, and watch you fall
Watch you losing control
Now I see the way
Watch you rise, and watch you fall
Now I'm about to break
Watch you rise, and watch you fall
Watch you losing it all
Crawl inside my head
Watch you rise, and watch you fall
Now I'm about to break
Face the pain, no escape can you step to this
Face the pain, Face the pain, It's ripping me into pieces
Face the pain, no escape can you step to this
Face the pain, Face the pain, It's ripping me into pieces
watch you rise, and watch you fall
Watch you rise, and watch you fall
watch you losing control
Watch you losing control
Watch you rise, and watch you fall
Now I'm about to break
Break
Now I'm about to break
Face the pain, no escape can you step to this
Face the pain, Face the pain, It's ripping me into pieces
Face the pain, no escape can you step to this
Face the pain, Face the pain, It's ripping me into pieces
Pain
In to pieces
Pain
In to pieces

13 Kasım 2012 Salı

Tınısı Saf ve Yalın Olan Gerçekliğin İzleri

Tolkien The Silmarillion'u müzik ile başlatır. Giriş metini şöyledir; "Önce Eru vardı, Tek olan Arda'da Iluvatar diye isimlendirilen; ilk önce düşüncesinden doğurduğu Ainur'u. Kutsal olanları yarattı ve onlar hiçbir şey yokken onunlaydılar. Müziğin temalarını oluşturarak onlarla konuştu. Eru'nun huzurunda şarkı söylediler ve o mutlu oldu."




Müzik hayatımızda entresan bağlar kurar ve hayatımızda beklentilerimizi, mutlu olduğumuz zamanları, üzüntülerimizi derken bir sürü alana yayılır. Tolkien'nin yaratım sürecini müzikle başlatması çok ilginçtir. Hayatlarımıza baktığımızda, ciddi anlamda müzikle uğraşan insanların, müziği algılayışı ve hayatlarında koydukları yer çok enteresandır. Büyük değişimlerin eşiğinde o eski şarkılar dinlenir. Umudun yayılmaya başladığı zamanlar da burada başlar.

Müzik evrenseldir ama bunun yanında çok özneldir. İçimizde umut ışığı olacak kavramların arkasında da müziğin yattığını görebiliriz. Sanatın bir çok alanı vardı ama bana göre en saf hallerinden birisi müziktir. Binlerce yıldır medeniyetlerin arkasında bir tını vardır. Ülkeleri, insanları ve yeri geldiğinde dinleri bile tanımlarken müziğe başvurulur.

Kırılmış ve narin ruhlar için sanırım müzik çok daha önemlidir. Bilinmez bir şekilde onların yaralarını saran ve en zor durumlarda onlara destek olan gene bu yalın sanattır. Bunu kelimeler ile ifade etmek zor olsa da, Aralık ayı geldiğinde ne demek istediğimi anlayan bir sürü insan olacaktır.




Kendi yolculuğumda müziğin önemi çok büyüktü. Heavy metal müzik olarak hayatıma girdiğinde ve belirgin olarak doom/death metal, alt türü ile karşılaştığımda, hayatımda aradığım ve boşluğun dolduğunu gördüğüm yer oldu benim için. Tanışıklıktan sonra hayatım daha da anlamlı olmuştur. Beni yalnız bırakmayacak bir türdü ve içinde binlerce varyasyonu barındırıyordu.

Temel anlamda hayatımda death metal müzik olarak çalsa da, kış mevsimi başladığında 90'larda yapılan doom/death karışımı müzik beni daha çok kendine çekmektedir. Bu tür artık bir çokları tarafından icra edilmiyor. Eskiden bu türü icra edenler ya şu anda piyasada yoklar ya da bambaşka bir türe kaymış durumdalar.

Belki de güzel ve anlamlı kılan, eskiden yapılmış ve orada kaya gibi duran eserlerdir. Bir anda tüketilmediği için zamanla benim açımdan daha da anlamlı olmaktadır. Sevdiğim gruplardan bir kaç tanesini örnek olarak yazayım. Katatonia'nın ilk halleri. Ben bu adamların her halini sevsem de ilk halleri benim için çok daha anlamlı. Brave Murder Day ile albüm çıktıktan 4 sene sonra tanışabildim. Benim için kesinlikle mihenk taşıdır.




Opeth'i ise yağmurlu bir günde tanıdım. Morning Rise albümü ilk dinlediğim ve tamamen kapıldığım bir albüm oldu. Zamanla daha da anlamlı gelse de, o ilk dinleyişimde aldığım keyfi sanırım yazı ile ifade edemem. Eski gruplardan ve yaptıkları işlerin detayına girmeden bir kaç örnek daha vermem gerekirse; Anathema, Amorphis, Tiamat, Lacrimas Profundere gibi gruplar. Bu eksende çok fazla icra eden kalmadığı için eski albümler ile yetinmek de yetiyor aslında. O geçiş döneminde bu gruplar çok güzel eserler verdiler. Yenisini ya da aynısını yapmak zor. İcra anlamında mı? Elbette hayır. Ruhu kastediyorum.




Adamlar öyle minimal ve öyle sanatsal atmosferler kurdular ki, bunu şimdi yakalamak neredeyse imkansız gibi. Bu müziğin varyasyonları ve kendini her zamanda yenilemesi bende her zaman heyecan uyandırdı ve uyandıracak. Beni canlı tutan ve hayat ile bağ kurmamı sağlayan da aslında arka planda çalan müzikti. Hayatımda yaşadığım bir çok duygu için şu diyebileceğim şarkılar ve gruplar var. Ülkeler, zaman, yaş, inançlar bizi ayırmış gibi gözükse de müzik bizi birleştirdi.

Binlerce kilometre uzaktaki bir insanın yaptığı şey benim hissettiğimin birebir aynısı oluyorsa, orada bir kıvılcım ve anlam var. Tolkien yaratılış sürecini müzikle başlattı. Belki de yaratılış o müzik içindeki varyasyonlar için başlamıştır. Bizi insan yapan ve tınılarda bizi mükemmel kılan, bir kaç nota değil elbette. O notanın diziliminden ziyade, o notanın sahip olduğu ve sözlükte tam karşısına gelen anlam bizi yeniden tanımladı.




Bu zamanın en güzel taraflarından bir tanesi de müziğin gerçekten hayatın içinde olması. Herkesin farklı bir tadı ve farklı bir tınısı olacaktır. Bizi insan yapan şey bu ama temelindeki titreşim, bizim bu hayat içindeki varoluşumuzu yeniden anlamlandırıyor. Burada varolmak ve müziğin insanı sarması inanılmaz. Ruhun içindeki anlamları aramaya başlamadan önce, müziği belki de yeniden tanımlamak gerekecek.

Kırılmış, acı çeken, mutlu, huzurlu, arayışta, bekleyen ve tanımlayamadığımız bir çok ruh halinde olan insan var. Bu insanları birleştiren tek ve en büyük şey sanırım müzik. Ruhları o kadar derinden ve o kadar saf bir yerinden yakalıyor ki, bunun anlamlı olması temelinde neyin yattığını da ortaya çıkarıyor. Titreşimlerden daha öte bir şey var, o da saf olanın yeniden tanımlanması. Her şey insan eli ile olmalı, sebebi ise çok açık. Bizim içimizden olmayan bir kavram bizi nasıl sarabilir.

Müzik bir çok ruha ilham oldu ve hala da olmaya devam ediyor. Evlerinde yalnız olan, terkedilmiş olan, Mutlu olan bir sürü insanı tanımlayan tek kavramın ve ruhların en saf halinin bu hayatın içinde büyük bir anlamı var. Bu anlamları yeniden tanımlamak ve bu anlamların içindeki derinliği anlamak, bizi daha iyi, daha faydalı bir birey haline getirecek. Yolculuğumuz hala devam ediyor. En saf ve en yalın hali olan müzikte, bize bu yolculukta eşlik ediyor.

1 Kasım 2012 Perşembe

Hayata Değer Katmak

Bambaşka dünyaların kapılarını aralayabilmek. Hayatın içinde bazı özel insanlar için kesinlikle motto olacak söz. Yer-zaman ayırt etmeksizin onların üretimlerinin bir sonucu. Bu bize sınırları aşmak ve yaşamı yeniden tanımlamak anlamında umut veriyor. Hayatımızın sınırlarını yeniden gözden geçirmemiz için kesinlikle ilham kaynağı oluyor. Bu bir ressam olabilir, bu bir müzisyen olabilir, bu bir otorbüs şöförü olabilir. Hayatımızı kim olarak kazandığımızdan çok, kime dönüşerek kazandığımız çok önemli.

Her insanın yaşadığı gibi bir kaç gündür bir parça motivasyon düşmesi yaşıyorum. Bunu aşabilmek için kendime yeni motivasyonlar bulmam gerekiyordu. Bunların başında TUF Brazil geliyor. Bu evdeki dövüşçüler bana gerçekten ilham kaynağı oluyor. Benim düşünsel yaklaşımlarımı bu hafta içinde kesinlikle etkiledi. Forfavor!




Bu adamlar farklı olarak ne yaptılar? Aslında hiç bir şey. Sadece samimi oldular. Dünyanın diğer ucunda da bir hayatın ve zorlukların olduğunu ama mücadelenin her koşulda devam etmesi gerektiğini bana gösterdiler. Bu nasıl bir mücadeleydi? Bazıları için maddesel bir mücadele, bazıları için kendi sınırlarını aşmakla ilgili bir mücadeleydi. Bu mücadele dövüşçüler arasında yaşanırken, koçlar arasında da yaşanıyordu. Bunu en ucundan görmek bile inanılmazdı.

Adamların enteresan bir saygı algısı var. Her koşulda saygıyı elden bırakmıyorlar. Birbirlerine gerçekten dualarla ve güzel sözlerle motive ediyorlar. Bizim toplumumuza baktığımda bu motivasyonun uzaklarda olduğunu görüyorum. Bir parça samimiyet kırıntıları halen kalsa da, bazı konularda o kadar yozlaşılmış ki. Şunu da yakından farkediyorum, alım gücü bazı şeyleri kesinlikle yozlaştırıyor. Paylaşmanın hazzını kesinlikle ortadan kaldırıyor.

Twitter'a baktığımızda önemli olanın gerçekten para olduğunu ya da tamamen kadın-erkek ilişkileri olduğunu görüyorum. Hayatın merkezinde gerçekten bu mu var? Bundan fersah fersah uzakta hayatın kendisi aslında. İçinde olan şey bu bakış açısı ile tamamen yozlaşmışlık. Bunu gördükçe insan tiksiniyor. Elden gelen çok bir şey yok. Bizim insanımız içinde de paylaşan ve samimi olduğunu düşndüğüm bir bölüm var. Bu parçası umarım bizim iç dinamiğimiz olur ve toplumun yeniden şekillenmesi için hammadde olarak, özünü koruyarak devam eder.




Bu hayatın içinde bir değer üretmemiz gerekiyor. Değer ürettiğimiz sohbet olabilir, değer yazdığımız şiir olabilirü sportif bir aktivite olabilir, dinlediğimiz müzik olabilir. Aslında olabilirlikler çok fazla ama mutluluk algısına göre ne yapmamız gerektiğini bulmalı ve ona göre hareket edebilmeliyiz. Bu gerçekten en önemli olanı. Bunu anladıktan sonra o yolda ilerlemek hiç de zor olmayacaktır. Sadece oradan nasıl bakmamız gerektiğini bilelim.

İhtiyaçlarımızın aslında gerçekten çok olmadığını ve buna göre şekillenmesi gereken şeylerin belli olduğunu bilmek bizim için yeterlidir. Bu yeter koşullar ile emin olun çok şeyin üstesinden gelinebilir. Bunu gördükçe daha fazla motive olmak dışında bir şey kalmıyor. Bize dayatılan ihtiyaçların onda biri ile bu hayatı bambaşka bir hale çevirebiliriz. Mutluluk dediğimiz kavramı yeniden şekillendirebiliriz. Bu bizim hayatımıza belki küçük ama büyülü bir pencere açacaktır.

28 Ekim 2012 Pazar

TUF'ın İçindeki Satranç ve Yeter Koşullar

Hayatın her alanında satrançın izlerini takip edebiliyorsak, savaş sanatları içinde de bu izi sürebiliriz. Dünyada MMA diye bilinen karma savaş sanatları ve bunun en büyük turnuvası UFC' de işler tamamen satrancın mantığına uygun ilerlemektedir. Dünden beri TUF'ın yeni sezonuna bakıoyurum. Daha 6 bölüm yayınlandı ama maçlar çok keyifliydi. Özellikle koçlardan Shine Carwin benim dikkatimi üzerine çekti.

Yaşamında makine mühendisi olan bu adam, düzgün bir sporcu ve başarılı bir koç. Sporcuları için gerçekten özveri gösteriyor ve bir abi gibi davranıyor. Teknik anlamında ise üst düzey bir sporcu. UFC ortamına baktığım zaman sadece üst düzey atletlerin olduğunu görüyorum. Bu adamları sadece sporcu olarak tanımlamak çok yanlış olacaktır. Modern zamanın Gladyatörleri de desek yeri.




Hayatta bazı şeyler yer değiştirebilir ve farklı uygulama alanlarına sahip oluyorsa, bu spordaki taktiksel savaşı ve kalbi hayatın herhangi bir alanına koyun işleyecektir. Önemli olan elimizdeki veriyi nasıl işleyeceğimizi bilmek. TUF'a baktığım zaman Amerika'nın da durumu su yüzüne çıkıyor aslında. Bir sürü genç parasızlıktan dolayı üniversite okuyamıyor ve zorlu şartlarda çalışmak zorunda. Alım güçleri yüksek belki ama bu onlara yüksek yaşam standardı sunmuyor. Demem o ki; her yerde ve her zaman şükredebilecek sebepler ve sonuçlar var. Buradan mutluluk çıkıyor zaten. Eğer mutluluk arayışında olan birisi varsa, sadece etrafı izlesin.




TUF'ın 6 bölümünü izledikten sonra, TUF'ın Brazilya bölümüne geçtim. O da arşivimde yer alıyordu ama daha bakma fırsatı bulamamıştım. Oradaki adamların kalbi belki de Amerika'daki bir çok dövüşçüden büyük ama koşullar bu adamların ilerlemelerinin önünde koca bir engel. Bir tanesi motor tamircisi, bir tanesi işçi gibi. Profil bu yönde ilerliyor ama adamlar üst düzey atlet ve iyi dövüçcüler. Çok iyi seçme maçları oldu ve kalbini ortaya koyabildi adamlar.

Cengiz Han nam-ı değer Timuçin savaşçının kalbi ile ilgili şunları söylüyor; "Gerçek güç savaşçının kalbindedir. Bu gücü bulabilen dünya'ya hükmeder." MMA'de zamanımızda kendini ifade şekli oldu. Dövüçcüler kendilerini ve dünyaya bakış açılarını dövüşerek ifade ediyorlar. Amaç zarar vermek değil, amaç kendini test etmek ve daha yüksek bir yere doğru evrilmek.




Bir insan huzur arıyorsa, önce kendi içinden başlamalı. Kendi içinde bir parça huzur bulabilirse ve bunu yüceltebilirse, o zaman mutluluk kavramı değişecektir. Mutluluk çok kolay elde edilebilen ama zamanımızda , bir şekilde pazarlanan bir meta haline geldi. Gözlerimizi açarsak, durum beklediğimizden daha farklı olacaktır. Elimizdekileri, sahip olduğumuz değerleri ve gerçekten ihtiyacımız olan şeyleri belki de tekrar düşünmemiz gerekiyor. Dikkatli gözlerle bakarsak, ihtiyaçlarımızın aslında çok minimal olduğunu anlarız. O halde mutluluğa giden yol açıldı ve sadece oradan yürümek gerek.

Son olarak; "Bir kral savaş çıkarmak istemez ama savaşa her daim hazır olmalıdır."

17 Ekim 2012 Çarşamba

Hayatın İçi ve Death Metal

Yazı yazmanın ferahlatıcı etkisinden uzak kalamıyorum bugünlerde. Uymam gereken rutinlere yeniden dönüyorum. Bu açıdan da gayet memnunum. Bir şeyler yapılması gerekiyorsa yapılmalı. Elbette bu söylediğim yazı için geçerli değil. Yapmak istediklerimle alakalı. Ders çalışmak, bir şeyler izlemek gibi. Bunların olması gerekiyor ki, ilerleme kaydedebileyim. Hayatın içinde istenen şeyler de biraz bunla alakalı sanırım. Beklentilerimizi karşılaması ve bize bir şeyler vermesi gibi kurgular üzerinden yürüyor.

Bugün Amazon Kindle fiyatlarına baktım 3G'lisi 380 tl. Fiyat olarak bana gayet uygun geldi. Touch özelliği var elbette. Normalleri 240 tl de bulunabiliyor ama onlar yerine touch almak çok daha mantıklı duruyor. Bir sürü e-book birikti. Onları okuyabilmek için touch'dan kesinlikle bir tane edinmek lazım. Başka türlü olmaz zaten. Ancak o şekilde o kitaplar eritilebilir. Bilgisayardan okunması biraz zor açıkcası. Bu açıdan bakıldığında touch almak her açıdan mantıklı durmakta.

Bir şeyler için para biriktirmem lazım ama öncesinde sigarayı bir an önce bırakmam gerekiyor. Sigaradan biran önce kurtulabilirsem işler bir nebze rayına girecek gibi gözülüyor. Maddi açıdan bir şeyler yapmak lazım. Harcamaları kısmak lazım bu dönemlerde. Başka seçenek gözükmüyor zaten. Okulda sote'ye de üye olacak gibiyim. Masraflar baya aşağıya inmiş oluyor. Bunlar alternatifler ve bu alternatifleri iyi değerlendirmek gerekiyor.

Kitap okuma açlığı artıyor bugünlerde. Daha fazla okunacak şey birikiyor ve onları zamana yavaşca yayarak eritmeyi planlıyorum. Ders olayında da belli bir sistematik oturdu. O sistematik üzerinden yürüyeceğim. Konuları fazla biriktirmeden eriterek. Yapılması gereken bir sürü şey var ve liste zamanla artıyor. Ben işin bu kısmını da çok seviyorum. Böyle olması insana huzur veriyor.

Müzik hayatımda cidden büyük bir öneme sahip. Biraz önce grubumuzun gitaristi Mehmet bize geldi. Biraz sohbet ettik. Olaylara baktık. Neler olabileceğini düşündük. Umut verici şeyler olacak diye düşünüyorum. Arkada Chimaira çalıyordu bu esnada. Adamların atmosferi baya baya bir gaz. Bu atmosfer içinde olmaları da ya da adamlara baktığımda benim düşündüğümle aynı şeyi görmem de, aslında benzer şeyler yaptığımızın bir göstergesi. Aynı kültürü paylaşıyoruz. Onlar orada biz ise buradayız ama hissettiklerimiz çok benzer.

Müziğe cidden zaman ayıran insanlar, müziğin insana nasıl olumlu bir etki yaptığını daha yakından göreceklerdir. Bunu net olarak anlayabilmek için bu kültürü de bilmek lazım. Hayattan koptuğumuzda ya da bir şeyler zor gelmeye başladığında, bu müzik insanın hayata tutunmasını sağlıyor. Öyle ya da böyle, hayatın içinde bir rol almasında etkili. Hayatımızı etkileyen bir sürü şey var ve en başında ilgilisi için de müzik geliyor. Bu hayatta çok fazla kopuk şey var ve müzik bunları anlamlandıran kavramların başında yer alıyor. Nasıl baktığımız ve nasıl kavradığımız çok önemli.




Death metal ise benim için türün en önemli tarafını teşkil ediyor. Hayatımda ne yapmak istediğimi şekillendirmeye başladığım zamanlar, bu müzikle tanıştığım zamanlara geliyor. Nasıl baktığımı ve nasıl gördüğümü daha iyi anlıyorum şimdilerde. Elimdekilerin kıymeti ve bilmediğim şeylerin çemberinin de beni sarışı burada başlıyor. Hep hayat için bir nedene ihtiyacımız var. Bu büyük anlamda benim açımdan müzikti. Olması gereken buydu. Diğer türlü olması da beklenemezdi. Nasıl bakacağımız ve nasıl algılayacağımız burada önemli aslında.

Hayat hep devam ediyor. Müzikle daha güzel ve daha anlamlı. Kendimize ait olanın bir parçası da bunun içinde yer alıyor. Bu parçalardan, parçalanmışlıktan uzaklaşmadığımız sürece bir yerde anlamlı olacak detaylar gizli. Nasıl algıladığımız ve nasıl baktığımız burada kendisine bir sebep buluyor. Nedenlere ve sonuçlara ihtiyacımız var. Bunun olması için de daha fazla çalışmak ve daha fazla önemsemek gerekiyor. Şu anda The Faceless'ın son albümünde olduğu gibi.

16 Ekim 2012 Salı

Hayatın Bütünlüğü

Bir şeyler karalamak hayatın stresinden bir nebze olsun uzaklaştırıyor insanı. Bazı şeyleri tam, bazı şeyleri eksik yapmak. Bize insani olan tarafımızı gösteren bir durum. Bunun tam aksi de beklenemezdi zaten. Aklımızdakilerin bir bir uçup gitmeye başlamadan önce yapmamız gereken şey sanırım daha fazlasını yazabilmek. En güzel tarafı bu sanırım. Başka türlü olsa nasıl olurdu? Bunu da anlamak güç.

Yaratıcı imgelemede sıkça adı geçen düşsel durumlar, içsel rehberler, bilgelik gibi kavramlar hayata biraz daha uzak duruyor. Hayatın uzağında yer alıyor. İçimize çekmeden bir şey nasıl bizden olabilir ki? Denemeden hemen yanılmayı mı göze almalıyız? Bu ve bunun gibi bir sürü detay aslında ne yapmak istediğimizi bize tam olarak sunuyor. Bir yerlerde duraksıyorsak eğer yola devam etmek için sebepler arıyorsak, bunlar emin olun gözümüzün tam önündeler. Sadece görmek ve hissetmek için doğru zamanın evrilmesini bekliyorlar.

Hayat bir düş gibi bu pencereden bakınca. Sanki hiç varolmadığımız bir dünyaya seslenir gibi bazı detaylar ama orada birileri var. Birileri sizin ne yaptığınızı bilerek, sizinle olmak istediği için orada bulunuyor. Daha başka türlü olamazdı zaten. Kabullenme burada başlıyor. Bir şeyleri idrak edebilmek. Daha fazlası için hazır olmak ve daha başka bir yola doğru evrilmek. Hepsi en başında bahsettiğimiz detayların içindeler. Sadece görmek isteyenler için açılmış bir kapı ve bu kapıdan girmesi gerekenler sıradalar.

Hayat içindeki tüm tuhaf yanlarıyla beraber güzel. Stargate izlemek gibi. Defalarca belki defalarca aynı şeyi yapmak gibi ama hepsinin bir anlamı var. Hepsinin içinde saklı olan bir şeyler var. Bunu görebilmekte yeterli bazen durumları tam olarak anlayabilmek için. Başka seçenekler çok fazla hayatımızın içine dahil olmuyor. Olanlar da sınırlı zaten. Sınırlı olanları sınırsıza çevirmekte bizim elimizde aslında. Sadece nasıl yapmamız gerektiğini bilirsek, bu işler biraz daha kolaylaşacaktır. Bunun olması için gerekli aralığı tanımak lazım.

Dizi izlemek bambaşka bir keyif. Hayatın içindeki anlamsız şeyleri alıp bir araya getiriyor. Anadolunun göbeğinde yaşayanlar için durum bu gerçeklikten çok farklı olmıyor nedense. Daha başka seçenekler olsa da en güzeli sanırım, görsel olarak tatmin olabilmekte. Bunu yaparken de yapmamız gerekenler en başında belirlenmiş. Bu süreci adam gibi anlayabilirsek, imkanlarımızı da kullanarak bambaşka bir yere doğru evrilmesini sağlayabiliriz.

Sıkıntılardan uzaklaşmanın en birinci yolu sanırım doğruluk arayışı ve bu arayış içinde karşımıza çıkan fırsatları değerlendirmekte. Bunu gerçekten yapabilirsek, işte o zaman işler beklediğimizden çok daha farklı olmaktadır. Bunu göz önüne aldığımız zaman işlerin daha katmanlı ve güzel olduğunu görebiliriz. Bunun olabilmesi için bir şans verilmesi gerekiyorsa, önce bu şansı kendimize vermeliyiz. Bu şekilde ancak işleri rayına sokabiliriz. İçimizdeki ruhsal enerjinin aydınlığa doğru dönüşmesini daha başka nasıl açıklayabilirsiniz ki? Hayat tüm bunlarla bir bütün ve bütün olmaya devam ediyor.