insan daralmaya başladı mı, içini bir huzursuzluk, bir kasvet kaplıyor. hayata dair düşüncelerinde ve motivasyonunda ciddi azalmalar oluyor. kendine ait değerleri ile çatışmaya giriyor. bir şekilde uyuyor ve unutuyor. nelerle karşılaştığına dair hiç bir umut belirtisi yok. hayatındaki rutinler bu süreçte devam ediyor. saçma sapan rutinler. sözlüğe girmek, film izlemek, bir şeyler okumak. bir şey kazandırıyor mu? elbette hayır ama zamanı bir şekilde dolduruyor bunlarla. memlekete gittiğim günleri anımsadım. 25 gün boyunca sıkılmıştım. 25 gün boyunca beklemiştim, huzur dolu günler için. bir daha aynı hataları yapmak istemiyorum açıkcası. ben olmadan da işler rayında gidiyor, ben olmadan da işler bir şekilde yürüyor. bunalmak sanırım buradaki en kilit cevap. canım gerçekten bir şey yapmak istemiyor. ne okumak, ne yazmak, ne bir şeyler izlemek. sadece durmak istiyorum. bol bol uyuyorum zaten. umutsuzluk içinde yapıyorum bunları belki de ama yapıyorum bir şekilde. elimde kalan çok fazla şey olmasa da. bunlar var. hayatımı min. düzeyde dolduruyorum. yeterli mi? kesinlikle değil.
insanların hayatta belli potansiyelleri vardır. bazılarının azdır, bazılarının ise bir nebze daha fazladır. içlerinde olan şeyi anlamlı hale getirmek için bir çaba vardır. bu çaba nereye götürürse götürsün bazıları için değişmez. içimizdeki potansiyeli ortaya çıkarmak diyorduk değil mi? bazılarının potansiyeli daha fazladır ama hayata dair bir çaba göstermezler. söyledikleri şeyler aynıdır. şikayet ettikleri şeyler hemen hemen benzer şeylerdir. ne kadar kısmetsiz olduklarından dem vururlar, ne kadar bahtsız olduklarını anlatırlar vs. bunları için çıkış yolları kapanmıştır. hayatta daimi olan tek bir şey vardır, o da "çaba" dır. kaderimiz kendi ellerimizdedir. bizden daha büyük bir güç ve bir irade vardır. bu irade ile birlikte hayatlarımız devam eder. insanların da kendi tercihleri vardır. işleri yapabilme eşikleri vardır. başarılı oldukları alanlar vardır. daha çok çaba göstermek zorunda oldukları yerler vardır. bunlara göre değerlendirirsek en kutsal olan ya da devamlı olması gereken şey "çalışmaktır". bir şeyler için çaba gösterdiğimizde, kendimize olan inancımız yeniden şekillenir. kendimizi daha iyi anlarız ve kendimiz için yapmamız gereken şeyler önümüzde belirir.
insanda ciddi bir potansiyel mevcuttur. bir çok şeyi bilir. bazı konularda sadece teknik bilgi eksikliği vardır. onu da hallettikten sonra kendini daha işlevsel hale getirebilir. yani demem o ki, her şeyi öğrenebiliriz, her şeyi yapabiliriz. bunun için bize bir sınırlama konulmamıştır. ama kötümser insanın yapacağı şey açıktır. bu her zaman böyle olacaktır. bu şekilde olmalıdır, kaderdir, kısmettir, bla bla bla. kendisi için hiç bir çaba göstermeden bir şeylerin rayında gitmesini ister ama bu mevcut hayatta mümkün değildir. olan şeyler ya da varoluşu tanımlayan şeyler, onların gerçekliği ile doğru orantılı gitmemektedir. bazıları kendinin bir kukla olduğunu düşünür. nereye çekilirse oraya gideceği üzerine konuşur ve düşünür. böyle bir durum mevcut değildir aslında. olması gereken ya da olan bu değildir. olması gereken tek şey daha fazla çaba göstermesidir. "çaba" insana yaşadığını hissettirmektedir. çaba insanlara umut vermektedir. hayata dair çaba gösteren bir insanın yapabileceği şeylerin sınırları yoktur. sınırların hepsi kafamızdadır ve bu sınırlar fosforlu kalemler ile çizilmemiştir. herkes kendi çabası ölçüsünde bir şeyler yapar. bazıları geri kalır, bazıları ilerler.
23 Temmuz 2011 Cumartesi
19 Temmuz 2011 Salı
umut
mevsimlerle birlikte geçiyor zaman. bazen sadece elimizde kalanlara bakıyoruz. değerli olanları aramaya ya da sahip olmaya çalışıyoruz. rüzgarın esişi gibi. her şey bazen karanlık, bazen içinde aydınlıktan küçük parçalar var. umut ediyoruz daha iyi zamanlar için ya da daha iyi birisi olmak için. bütün çabamız bu yolda evrilmek üzerine kurulu sanırım. aldığımız kararlar. bizi biz yapan şeyler. hepsi bulanık aslında ama görmek isteyenler için çok da uzakta sayılmaz.
çabalarımız, umutların olduğunu gösterir ve yaşlandığımızı tabi. elimizde olmadan akan bir zaman var. bu zaman karşı bir şeyler yapmak bizi tanımlayan şeyler arasında olmalı. bizi biz yapan, elimizle oluşturduğumuz duvarlar gibi. herkes bilir aslında ne yapması gerektiğini. bazen güç bulamaz, bazen yapmak istemez. kısır döngüler içine hapsolur aslında. söylemek istediklerini bile söyleyemez bazen. umutlarına tutunmuştur sadece. başka da tutunacak dalı yoktur.
sabit kalmakla ilgili bazı şeyler. sabit kalırsan, bu durağanlık içinde seni rahatlatan şeyler karşına çıkacaktır. değerlerin buna göre şekillenecektir. önemsediklerin ve geride kalanlar. nasıl yürüdüğüne dair bir fikrin olmasa da süreç seni buraya getirmektedir. olayları algılayış şeklimizle ilgili ciddi sıkıntılar olabiliyor bazen. kavrayışımızla ilgili sorunlar da içinde barınabiliyor. nereye ulaşıyoruz, ne için çabalıyoruz. aklımızda kalanlar var sadece ve geçmiş zaman var.
durağanlığı yenmek lazım, eve kapanmakta çözüm değil. hergün aynı geçerken, yaşadığını nasıl hissedeceksin. hepsi yaşamakla alakalı değil mi? bizi tanımlayan şey bu kavramlar içinde gizli. bazen sıkılganlık başgösterir. seni hedeflerinden alıkoyar. çabalarını anlamsız kılmaya çalışır. her zaman ki gibi tek yapılması gereken şey "çalışmak" başka bir alternatif olmadı ki hiçbir zaman.
çabalarımız, umutların olduğunu gösterir ve yaşlandığımızı tabi. elimizde olmadan akan bir zaman var. bu zaman karşı bir şeyler yapmak bizi tanımlayan şeyler arasında olmalı. bizi biz yapan, elimizle oluşturduğumuz duvarlar gibi. herkes bilir aslında ne yapması gerektiğini. bazen güç bulamaz, bazen yapmak istemez. kısır döngüler içine hapsolur aslında. söylemek istediklerini bile söyleyemez bazen. umutlarına tutunmuştur sadece. başka da tutunacak dalı yoktur.
sabit kalmakla ilgili bazı şeyler. sabit kalırsan, bu durağanlık içinde seni rahatlatan şeyler karşına çıkacaktır. değerlerin buna göre şekillenecektir. önemsediklerin ve geride kalanlar. nasıl yürüdüğüne dair bir fikrin olmasa da süreç seni buraya getirmektedir. olayları algılayış şeklimizle ilgili ciddi sıkıntılar olabiliyor bazen. kavrayışımızla ilgili sorunlar da içinde barınabiliyor. nereye ulaşıyoruz, ne için çabalıyoruz. aklımızda kalanlar var sadece ve geçmiş zaman var.
durağanlığı yenmek lazım, eve kapanmakta çözüm değil. hergün aynı geçerken, yaşadığını nasıl hissedeceksin. hepsi yaşamakla alakalı değil mi? bizi tanımlayan şey bu kavramlar içinde gizli. bazen sıkılganlık başgösterir. seni hedeflerinden alıkoyar. çabalarını anlamsız kılmaya çalışır. her zaman ki gibi tek yapılması gereken şey "çalışmak" başka bir alternatif olmadı ki hiçbir zaman.
18 Temmuz 2011 Pazartesi
güçlü olmak
hayatımızda bir çok olumsuzluk ile karşılaşırız. yorulduğumuz zamanlar, güç kaybettiğimiz zamanlar oldukça fazladır. kendimizi güçlü kılabilmek için belli dayanaklara ihtiyaç duyarız. bu dayanakların ne üzerine kurulu olduğu gerçekten önemlidir. neyi nasıl yaptığımız, neyle yüzleştiğimiz bu bütünün birer parçasıdır. yaptıklarımı ve yapmaya çalıştıklarımız bizi bir yere taşımaktadır. hayatta güçlü olabilmek için neler yapmak lazım? çok basit bir önerme aslında. elimizdeki ile ilgilenmemiz lazım. elimizde olanların kıymetini bilmemiz lazım. dik durabilmemiz lazım. bize fayda getirecek şeyler ile ilgilenmemiz lazım. elimizdekilerin önceliği aslında baya önemli. neye nasıl değer verdiğimizle alakalı. bir insanın yapması gereken temel şeylerden biri de elindekine değer vermektir. başka şeyler için çok fazla efor sarfederiz ama bir çok zaman içinde elimizde olanı görmezden geliriz. bizi başarıya ulaştıracak olan belki de elimizde olanlardır. bu kavram cidden çok önemli. elimizdekilerin kıymetini biraz olsun anlayabilirsek, bize sunacağı şeyler de o ölçüde değer kazanmış olur. elimizdekini kıymetli kılar.
hepimiz için geçerli olan bir şey var. başlangıç noktası ne olmalı? bunun cevabını adam gibi verebilirsek, hayata dair güçlü olduğumuz taraflar da artmaktadır. umutsuzluk hepimizin içinde. hayatla bağ kurabilmek için umutlarımızın yeniden yeşermesi lazım. elimizde olanın anlamlı olması lazım. başlangıç noktalarını adam gibi belirleyebilirsek, bizi somut başarılara ulaştıracaktır. kıymetli olan da bunlar sanırım. her gün düş görürüz. gördüğümüz düşler bizi gerçekliğe biraz daha yaklaştırır. burdan yola çıkarak olmasını istediğimiz şeyleri daha net tanımlayabiliriz. tanımlamaya da ihtiyacımız var aslında. net kararlar verebilirsek, üzerine düşünülmesi gereken çok az şey kalacaktır. her şeyin yansıması gibi. hepimizde birer ayna var ve hangi açıdan baktığımız cidden çok önemli. elimizdeki aynaları birleştirerek amak-ı hayal de olduğu gibi aynalı babanın dinginliğine ulaşabiliriz. ulaşmak istediğimiz ne aslında? ya da savaştığımız şeyler bizi nasıl bir yere götürüyor? bu sorulara cevap vermek çok da kolay olmayabiliyor çoğu zaman. değerlerimiz ve bizi anlamlı kılan şeyler.
bazı kavramları yeniden isimlendirmek için reddetmek gerekir. kendini yeniden tanımlamak için, bunları adam gibi ele almalı ve o süreç içinde adam gibi değerlendirmek lazım. her reddediş bir kazanım mıdır? bu soru da cevap verilemeyenler içinde kendini tanımlayabilir. nerden nereye gidiyoruz? başlangıç noktamız ne? umut ettiğimiz şeyler neler? soruların sonu gelmiyor. bizi biz yapan şeyler de bu anlamda değerli aslında. hakedişlerimizle, kazanımlarımızla ilgili bir sürü soru var. kendi hayatımızı tanımlarken de yaptığımız bir sürü yanlış var. yanlışlar bizi doğruya sürükler mi? bazen bu gerçeklik içinde tanımlanabilir. hangisi doğru? hangisi gerçeğe daha yakın? bunların somut cevapları yok aslında. sadece olması gereken ve olan şeylerle sarmalanmış durumdayız. biraz nefes almaya ihtiyacımız var, her canlının hissettiği gibi.
hepimiz için geçerli olan bir şey var. başlangıç noktası ne olmalı? bunun cevabını adam gibi verebilirsek, hayata dair güçlü olduğumuz taraflar da artmaktadır. umutsuzluk hepimizin içinde. hayatla bağ kurabilmek için umutlarımızın yeniden yeşermesi lazım. elimizde olanın anlamlı olması lazım. başlangıç noktalarını adam gibi belirleyebilirsek, bizi somut başarılara ulaştıracaktır. kıymetli olan da bunlar sanırım. her gün düş görürüz. gördüğümüz düşler bizi gerçekliğe biraz daha yaklaştırır. burdan yola çıkarak olmasını istediğimiz şeyleri daha net tanımlayabiliriz. tanımlamaya da ihtiyacımız var aslında. net kararlar verebilirsek, üzerine düşünülmesi gereken çok az şey kalacaktır. her şeyin yansıması gibi. hepimizde birer ayna var ve hangi açıdan baktığımız cidden çok önemli. elimizdeki aynaları birleştirerek amak-ı hayal de olduğu gibi aynalı babanın dinginliğine ulaşabiliriz. ulaşmak istediğimiz ne aslında? ya da savaştığımız şeyler bizi nasıl bir yere götürüyor? bu sorulara cevap vermek çok da kolay olmayabiliyor çoğu zaman. değerlerimiz ve bizi anlamlı kılan şeyler.
bazı kavramları yeniden isimlendirmek için reddetmek gerekir. kendini yeniden tanımlamak için, bunları adam gibi ele almalı ve o süreç içinde adam gibi değerlendirmek lazım. her reddediş bir kazanım mıdır? bu soru da cevap verilemeyenler içinde kendini tanımlayabilir. nerden nereye gidiyoruz? başlangıç noktamız ne? umut ettiğimiz şeyler neler? soruların sonu gelmiyor. bizi biz yapan şeyler de bu anlamda değerli aslında. hakedişlerimizle, kazanımlarımızla ilgili bir sürü soru var. kendi hayatımızı tanımlarken de yaptığımız bir sürü yanlış var. yanlışlar bizi doğruya sürükler mi? bazen bu gerçeklik içinde tanımlanabilir. hangisi doğru? hangisi gerçeğe daha yakın? bunların somut cevapları yok aslında. sadece olması gereken ve olan şeylerle sarmalanmış durumdayız. biraz nefes almaya ihtiyacımız var, her canlının hissettiği gibi.
13 Temmuz 2011 Çarşamba
bocalamak
hayatın içinde bizi farklı seçenekler bekler. hayata dair sorumluluklarımız vardır. beklediğimiz bir çok şey aslında varolmamıştır ya da kafamızdaki düşlerden birer parçadır. bu haftalar yoğun geçti açıkcası. akraba ziyaretleri ve sorumluluklar ile doldurdum bu haftaları. yaz tatili gelmiş gibi hissetmiyorum. daha çok kendi halimde takılmak için nedenlerim var. ne olur ya da ne olmaz buna dair hiçbir fikrim yok. istanbula gitmek istiyorum. turşu suyu içmekte istiyorum eminönünde. beni biraz rahatlatacaktır açıkcası. deniz havası almak istiyorum. kafamın biraz daha rahatlamasını istiyorum. incir reçelini izledim bu sabah. biraz vasat bir film olmasına rağmen istanbul u yeniden görmek ve bir aşk hikayesine tanık olmak cidden güzeldi. imkansıza yakın şeyler var değil mi hayatta. kesilen parmaktan akan bir damla kan herşeyi farklı hale getirebiliyor. kaçmamızı ya da saklanmamızı tetikleyebiliyor.
kavramlar içinde kayboluyoruz çoğu zaman. bizi ayakta tutan şey sorumluluklarımız. elimizde olanla yetinmek belki de. daha çok çabalamak, daha çok çalışmak. elimizde başka bir seçenek gözükmüyor açıkcası. kafamızdakilerle aynı belki de onu da bilemiyorum açıkcası. kafam bir çok şeyle dolu bugünlerde. alışmaya çalışıyorum. kendi rutinlerimi yeniden gözden geçirip adapte olmaya çalışıyorum. vapurda esen rüzgar gibi garip tatlar beni hala kendine çekmekte. çalışmak belki de işin temelinde olan şey. hayata dair umutlarımız, hayat dair isyanlarımız. bizi biz yapan şeyler aslında. daha fazla düşünmek, daha fazla çabalamak. belki de olması gereken şeyler bunlar. ya da her zaman karşımıza çıkan şeyler. bilemiyorum açıkcası nasıl olduğunu.
başka insanların hayatlarına dokunmak ya da onların sıkıntılarına empati ile yaklaşmak cidden yorucu. bir şeyleri anlatmamak, anlatmaktan daha kolay gibi geliyor insana. olması gereken belki de budur. onu tam olarak kestiremiyorum. elimizde olan şeyler. bakış açılarımız bizi biz yapan ögeler vs derken insanın kafası olması gerektiğinden daha fazla karışıyor. bilinmeyen bir otogarda yalnız kalmak gibi bir şey bu. oradasınızdır ve orada kalmaya devam edersiniz. ne olacağı hakkında bir fikriniz yoktur. hayat devam etmektedir. olması gereken şeyler ve karşılaştığımız şeyler. temelinde aslında sorumluluklarımız yatıyor. nasıl oluyor bir fikrim olmasa da hayatın içinde değişik tesadüfler bizi karşılıyor. kollarını açıyor ve bize yön veriyor. nasıl olacak ya da olmalı hiçbir fikrim yok açıkcası. mesnevi ye bakmak istiyorum bugünlerde. önyargılı davranmak istemiyorum. incir reçeli filmi de cidden yordu bugün içinde. oradaki isyan şarkısı insanı bambaşka dünyalara götürüyor. hayatın içinde de bunlar yok mu zaten? bizi başka yerlere sürükleyen şeyler. hepsi hayallerimizde saklı, hepsi hayalleri koyduğumuz kavanozun içinde.
kavramlar içinde kayboluyoruz çoğu zaman. bizi ayakta tutan şey sorumluluklarımız. elimizde olanla yetinmek belki de. daha çok çabalamak, daha çok çalışmak. elimizde başka bir seçenek gözükmüyor açıkcası. kafamızdakilerle aynı belki de onu da bilemiyorum açıkcası. kafam bir çok şeyle dolu bugünlerde. alışmaya çalışıyorum. kendi rutinlerimi yeniden gözden geçirip adapte olmaya çalışıyorum. vapurda esen rüzgar gibi garip tatlar beni hala kendine çekmekte. çalışmak belki de işin temelinde olan şey. hayata dair umutlarımız, hayat dair isyanlarımız. bizi biz yapan şeyler aslında. daha fazla düşünmek, daha fazla çabalamak. belki de olması gereken şeyler bunlar. ya da her zaman karşımıza çıkan şeyler. bilemiyorum açıkcası nasıl olduğunu.
başka insanların hayatlarına dokunmak ya da onların sıkıntılarına empati ile yaklaşmak cidden yorucu. bir şeyleri anlatmamak, anlatmaktan daha kolay gibi geliyor insana. olması gereken belki de budur. onu tam olarak kestiremiyorum. elimizde olan şeyler. bakış açılarımız bizi biz yapan ögeler vs derken insanın kafası olması gerektiğinden daha fazla karışıyor. bilinmeyen bir otogarda yalnız kalmak gibi bir şey bu. oradasınızdır ve orada kalmaya devam edersiniz. ne olacağı hakkında bir fikriniz yoktur. hayat devam etmektedir. olması gereken şeyler ve karşılaştığımız şeyler. temelinde aslında sorumluluklarımız yatıyor. nasıl oluyor bir fikrim olmasa da hayatın içinde değişik tesadüfler bizi karşılıyor. kollarını açıyor ve bize yön veriyor. nasıl olacak ya da olmalı hiçbir fikrim yok açıkcası. mesnevi ye bakmak istiyorum bugünlerde. önyargılı davranmak istemiyorum. incir reçeli filmi de cidden yordu bugün içinde. oradaki isyan şarkısı insanı bambaşka dünyalara götürüyor. hayatın içinde de bunlar yok mu zaten? bizi başka yerlere sürükleyen şeyler. hepsi hayallerimizde saklı, hepsi hayalleri koyduğumuz kavanozun içinde.
9 Temmuz 2011 Cumartesi
kapılar kapanınca
umutlarımız için mücadele ederiz. koyduğumuz hedefler va hayaller bizim varoluşumuzu tanımlar. bizi biz yapan şeyler bunlar içinde varolmaktadır. çoğu zaman hayal kırıklıkları ile hayatımızı devam ettiririz. zaman burada önemli bir faktördür. bize elimizdeki değerleri hatırlatır. neden burada olduğumuzu, neden mücadele etmemiz gerektiğini bize bir şekilde fısıldar. güneşli bir gökyüzünde, saklandığımız bir şemsiye gibi bizi bir şeylere sürükler. içimizde olanlar ve yansıyanlar tabi ki bunla alakalıdır. bir alışveriş merkezinde gördüğümüz salsa yapan tipler gibidir. ikisi de çok başarılı değildir ama işlerini bir şekilde yapmaktadırlar. bizi olduğumuz gibi tanımlayan şeyler aslında bir anlamda yapamadıklarımızla da eş değerde gözükmektedir. bir başarı vardır ve bu başarı yalnız olmak zorundadır. sadece olması gerektiği gibi bakanların düşlerinde olan gibi değildir aslında. hayallerimiz vardır. bizi biz yapan şeyler arasında bu küçük şeyler de yer almaktadır.
sigara içmemek üzerine kafa yoruyorum uzun zamandır. bu hafta bir şekilde doktora giderek bu işi sonuçlandırmayı hedefliyorum. elimde olanlar bunlar. bir ilaç verecekler ve bana 1 haftada sigarayı bıraktıracak. sanırım en mantıklı yollardan bir tanesi. yeterince yoruldum sigara içmekten ama bir şekilde hayatımın içindeki mikro saniyeler içinde bile sigara olgusu yer almaktadır. şehir manzarası izlediğimiz kocaman binanın üst katında bile aradığım şey kültablası olmuştur artık. bu insanı ister istemez sıkmaktadır.
kurduğumuz hayaller de sanırım bu şekildedir. bizi bir yerden bir yere taşımaktadır. bize elimizde olanın daha fazlasını vaat etmektedir. bu şekilde olmalıdır belki de, doğru olan budur, kim bilir değil mi? gene soru sorarak kafamızı doldurmayı planlıyoruz. elimizde olanla yetinmemek biraz böyle bir şey sanırım. elimizde olanı neden bir başlangıç noktası kabul edemiyoruz o da cidden enteresan. bize ne vermeli? bizden ne götürmeli? buraları meçhul sanırım. elimizde olanlar ile bir başlangıç yapabilirsek, sonrasında şekillenenler için de hazırlıklı olmuş sayılmaz mıyız? sanırım öyle. elimizde bazen düşler var, bazen çalışmalarımız var. hepsinde aynı insanız, hepsinde farklılaşan insanız. bize kalan sanırım elimizdekiler ile daha fazla yetinebilmek. belki de doğru olan budur.
sigara içmemek üzerine kafa yoruyorum uzun zamandır. bu hafta bir şekilde doktora giderek bu işi sonuçlandırmayı hedefliyorum. elimde olanlar bunlar. bir ilaç verecekler ve bana 1 haftada sigarayı bıraktıracak. sanırım en mantıklı yollardan bir tanesi. yeterince yoruldum sigara içmekten ama bir şekilde hayatımın içindeki mikro saniyeler içinde bile sigara olgusu yer almaktadır. şehir manzarası izlediğimiz kocaman binanın üst katında bile aradığım şey kültablası olmuştur artık. bu insanı ister istemez sıkmaktadır.
kurduğumuz hayaller de sanırım bu şekildedir. bizi bir yerden bir yere taşımaktadır. bize elimizde olanın daha fazlasını vaat etmektedir. bu şekilde olmalıdır belki de, doğru olan budur, kim bilir değil mi? gene soru sorarak kafamızı doldurmayı planlıyoruz. elimizde olanla yetinmemek biraz böyle bir şey sanırım. elimizde olanı neden bir başlangıç noktası kabul edemiyoruz o da cidden enteresan. bize ne vermeli? bizden ne götürmeli? buraları meçhul sanırım. elimizde olanlar ile bir başlangıç yapabilirsek, sonrasında şekillenenler için de hazırlıklı olmuş sayılmaz mıyız? sanırım öyle. elimizde bazen düşler var, bazen çalışmalarımız var. hepsinde aynı insanız, hepsinde farklılaşan insanız. bize kalan sanırım elimizdekiler ile daha fazla yetinebilmek. belki de doğru olan budur.
tesadüfler üzerine
elimizde yaptığımız ya da yapmak istediğimiz bir çok iş birikir. benim yapmak istediğim ya da ilerlemek istediğim işlerden biri de japonca öğrenmek. haftanın 2 günü japonca var ve geçen haftalar biraz dağınık geçtiğinden, biraz geride kaldığımı söyleyebilirim. tesadüf bu ki, bu hafta da evde misafirlerimiz vardı ve benim onlara karşı sorumluluklarım vardı. kitap okumak istiyordum ama bir yerinden başlayamıyordum. kafamda değişik düşünceler dönmesine rağmen bunları somut bir kalıba sokamıyordum. etrafta parlayan güneş ve sıcak havanın verdiği, tıkanma hissi de beni daha bir derinden yaralıyordu. geceleri uyku uyumakta zorlanıyordum. artık tişörtümü de çıkarmaya karar vermiştim. ince bir pike ile gecelerimdeki korunma hissini yaşamak istiyordum.
insan olarak kafamızda yapmak istediğimiz ve şekillenen bir sürü düşünce var. ben de deliler gibi ders çalışmak istiyorum ya da planlarımı bir şekilde gerçekleştirmek istiyorum. kendi içinde küçük handikapları olsa da, insanı bir yerden bir yere taşıyan şeyin ayakları olmadığını öğrendim sanırım. ayaklar sadece küçük araçlardı. en önemli şey sanırım zihinsel tatmindi. aklıma gene karıncalar geldi. bu sefer fazla düşünmedim onlar üzerine. okumam gereken kitaplar var. umberto eco nun bitmesi gereken kocaman bir kitabı duruyor hala. bitirip kütüphaneye iade etmeliyim. hem de faizi ile ödemeliyim bunu. yapmak istediğimiz şeyler ne kadar fazla değil mi? evet fazla belki ama bunlarında birleştiği ve insana huzur verdiği bir yer var. bu yaz istanbula gitmek istiyorum. arkadaşlarım sürekli soruyor, ne zaman geleceksin? diyorlar. ben hala kafamı toparlamış, kararımı vermiş ve para bulmuş değilim. sadece kafamda küçük düşler var istanbul'a dair. istanbul gerçekten inanılmaz bir yer. yaşayan bir şehir. tüm dokuları ile canlı. kafamızın içinde bize bi şeyler fısıldayan küçük bir ses gibi. yaşadıkça orada bu küçük ses daha da büyümekte, daha da şekillenmekte.
istanbul ve taksim. orada olmak, yazın şortla takılmak. bir yerlerde oturup bir şeyler içmek. sanırım en mantıklı olanı gibi gözükmekte. kafamızda şekillendirdiğimiz dünya bazen bizim istediğimiz gibi oluyor. bazen ise başkaların ki gibi. yapmak istediklerimiz ve buna göre şekillenen düşler. her zaman insan başka bir yerde olmak istiyor. şu anda bulunduğum şehir bana herşeyi vermese de aslında bir çok şeyi sağlıyor. sadece bakış açılarımızla alakalı değil midir ? bir çok şey. kesinlikle öyle aslında. sadece farkına varıp varmamak gibi küçük çizgiler içinde kararlar alıyoruz. sakinleşmeli ve durumu daha önce kabullenmeliyiz. elimizdeki imkanları değerlendirmekle alakalı. bunu şuna benzetebiliriz. bir ev tutacağız. bir yerde evler 500 lira, bir yerde 100 lira. neresi tümüyle yaşanılabilir ya da anlaşılabilir bir ortam oluşturacaktır. işte burada verdiğimiz bir karar bizi bambaşka bir yere taşımaktadır. hayatımıza ve bize kattıklarına, eğer onları tam olarak anlayabilirsek.
insan olarak kafamızda yapmak istediğimiz ve şekillenen bir sürü düşünce var. ben de deliler gibi ders çalışmak istiyorum ya da planlarımı bir şekilde gerçekleştirmek istiyorum. kendi içinde küçük handikapları olsa da, insanı bir yerden bir yere taşıyan şeyin ayakları olmadığını öğrendim sanırım. ayaklar sadece küçük araçlardı. en önemli şey sanırım zihinsel tatmindi. aklıma gene karıncalar geldi. bu sefer fazla düşünmedim onlar üzerine. okumam gereken kitaplar var. umberto eco nun bitmesi gereken kocaman bir kitabı duruyor hala. bitirip kütüphaneye iade etmeliyim. hem de faizi ile ödemeliyim bunu. yapmak istediğimiz şeyler ne kadar fazla değil mi? evet fazla belki ama bunlarında birleştiği ve insana huzur verdiği bir yer var. bu yaz istanbula gitmek istiyorum. arkadaşlarım sürekli soruyor, ne zaman geleceksin? diyorlar. ben hala kafamı toparlamış, kararımı vermiş ve para bulmuş değilim. sadece kafamda küçük düşler var istanbul'a dair. istanbul gerçekten inanılmaz bir yer. yaşayan bir şehir. tüm dokuları ile canlı. kafamızın içinde bize bi şeyler fısıldayan küçük bir ses gibi. yaşadıkça orada bu küçük ses daha da büyümekte, daha da şekillenmekte.
istanbul ve taksim. orada olmak, yazın şortla takılmak. bir yerlerde oturup bir şeyler içmek. sanırım en mantıklı olanı gibi gözükmekte. kafamızda şekillendirdiğimiz dünya bazen bizim istediğimiz gibi oluyor. bazen ise başkaların ki gibi. yapmak istediklerimiz ve buna göre şekillenen düşler. her zaman insan başka bir yerde olmak istiyor. şu anda bulunduğum şehir bana herşeyi vermese de aslında bir çok şeyi sağlıyor. sadece bakış açılarımızla alakalı değil midir ? bir çok şey. kesinlikle öyle aslında. sadece farkına varıp varmamak gibi küçük çizgiler içinde kararlar alıyoruz. sakinleşmeli ve durumu daha önce kabullenmeliyiz. elimizdeki imkanları değerlendirmekle alakalı. bunu şuna benzetebiliriz. bir ev tutacağız. bir yerde evler 500 lira, bir yerde 100 lira. neresi tümüyle yaşanılabilir ya da anlaşılabilir bir ortam oluşturacaktır. işte burada verdiğimiz bir karar bizi bambaşka bir yere taşımaktadır. hayatımıza ve bize kattıklarına, eğer onları tam olarak anlayabilirsek.
5 Temmuz 2011 Salı
kıyaslamak
hayatımızda herşeyi kategorize etmeye alışmışız. bazı değerlerin anlamlı gelebilmesi için illaki bir sınıfsal ayrılığa mağruz kalması gerekmekte. düşündüklerimiz, yaklaşımlarımız, hissettiklerimiz bizi bu sınıfların içinde tutuyor. yüklerimizden kurtulamk istiyoruz belki ama aramızdaki sınıfsal ayrılıklar bunun olmasına izin vermiyor. bugün yanlışlıkla bineceğim dolmuşu karıştırdım. saçlarımı yeni kestirmiştim, 3 aylık sakalımdan yeni kurtulmuştum. gideceğim yeri söyleyerek, ücreti uzattım. 10 dakika gittikten sonra bambaşka binalar görmeye ve farklı bir güzergahta ilermeye başladım. yolda inmek manasız olacaktı. o zaman son durağa kadar gitmeliydim. havada nane şekeri kokusu yoktu belki ama yollar bir tuhaftı. belki ıhlamur kokuyordu ama rüzgardan onu bile anlayamadım. kafamda adama söyleyeceğim şeyler birikmeye başlamıştı.
- beni niye uyarmadın?
- kardeşim mal mısınız? insan bir uyarır.
- fazla ücret almışsınız.
gibi düşünceler kafamda dolanırken bir anda adamı iyilik, kötülük ölçüsünde değerlendirmeye başladım. adam kötü biriydi beni uyarmamıştı. yanındaki adam dikkatimi çekti ve bir diyaloglarına şahit oldum. dolmuşta ki şöförün ilk günüydü. ilk günü dalgınlık olabilirdi. artık gözümde yarı iyi- yarı kötü bir adamdı. son durağa ulaştık.son durakta bana durumu sordular ben de anlattım. uyarmadıklarını söyledim. beni tekrar başlangıç noktama ücretsiz götürebileceklerini söylediler. evet sizin de düşündüğünüz gibi artık iyi adamdı. beni ineceğim yere bıraktılar teşekkür ettim ve indim. kafamdaki sınıflandırmanın son durağı olduğunu düşünmüştüm bugünlük ama yanılıyordum. kendi dolmuşuma bir bardak şalgam suyu içtikten sonra ulaştım. yarı yolda bir teyze yanlış bindiğini söyledi. ne kadar tuhaf bir gündü, ben ve etrafımdakiler bir şekilde yanlış dolmuşlarda ilerliyorduk. şöför durur mu? biraz kızgın bir şekilde kadını uyardı. sonuçta anlaşıldı ki, kadın yanlış binmemişti. ineceği yerde sağ salim indi. hikayemiz bu kadardı belki ama benim ve benim gibi bir çok insanın kafasındaki sınıflandırmanın nasıl şekillenebileceğine bir örnekti.
hayatımızın bir çok yerinde insanları durumlarına göre sınıflandırıyoruz. isa peygamberin güzel bir sözü var " bir kişinin iyi ya da kötü olduğunu anlamak istiyorsanız, onun meyvelerine bakın." bu söz gerçekten çok önemli. insanları sınıflandırırken ne kadar acımasız olunabileceğinin en güzel örneği sanırım. insanlar ve kafalarındaki kalıplar bizim modern dediğimiz bu toplumu oluşturdu. artık iyilik ve kötülük eski gibi değildi. "chaotic evil" gibi bir kavram bile hayatımızda vardı artık. insanları değerlendirirken bir sürü hatalar yapıyoruz, gözlem yeterli olmuyor, değerlendirme yeterli olmuyor. belki de en somut örneği onun meyvelerine bakmaktır. bu şekilde daha doğru ve net cevaplara ulaşbılabilir. hayat bize rağmen devam ediyor rastlantılar denizinde. bir gün biz iyiyiz, bir gün biz kötü.
- beni niye uyarmadın?
- kardeşim mal mısınız? insan bir uyarır.
- fazla ücret almışsınız.
gibi düşünceler kafamda dolanırken bir anda adamı iyilik, kötülük ölçüsünde değerlendirmeye başladım. adam kötü biriydi beni uyarmamıştı. yanındaki adam dikkatimi çekti ve bir diyaloglarına şahit oldum. dolmuşta ki şöförün ilk günüydü. ilk günü dalgınlık olabilirdi. artık gözümde yarı iyi- yarı kötü bir adamdı. son durağa ulaştık.son durakta bana durumu sordular ben de anlattım. uyarmadıklarını söyledim. beni tekrar başlangıç noktama ücretsiz götürebileceklerini söylediler. evet sizin de düşündüğünüz gibi artık iyi adamdı. beni ineceğim yere bıraktılar teşekkür ettim ve indim. kafamdaki sınıflandırmanın son durağı olduğunu düşünmüştüm bugünlük ama yanılıyordum. kendi dolmuşuma bir bardak şalgam suyu içtikten sonra ulaştım. yarı yolda bir teyze yanlış bindiğini söyledi. ne kadar tuhaf bir gündü, ben ve etrafımdakiler bir şekilde yanlış dolmuşlarda ilerliyorduk. şöför durur mu? biraz kızgın bir şekilde kadını uyardı. sonuçta anlaşıldı ki, kadın yanlış binmemişti. ineceği yerde sağ salim indi. hikayemiz bu kadardı belki ama benim ve benim gibi bir çok insanın kafasındaki sınıflandırmanın nasıl şekillenebileceğine bir örnekti.
hayatımızın bir çok yerinde insanları durumlarına göre sınıflandırıyoruz. isa peygamberin güzel bir sözü var " bir kişinin iyi ya da kötü olduğunu anlamak istiyorsanız, onun meyvelerine bakın." bu söz gerçekten çok önemli. insanları sınıflandırırken ne kadar acımasız olunabileceğinin en güzel örneği sanırım. insanlar ve kafalarındaki kalıplar bizim modern dediğimiz bu toplumu oluşturdu. artık iyilik ve kötülük eski gibi değildi. "chaotic evil" gibi bir kavram bile hayatımızda vardı artık. insanları değerlendirirken bir sürü hatalar yapıyoruz, gözlem yeterli olmuyor, değerlendirme yeterli olmuyor. belki de en somut örneği onun meyvelerine bakmaktır. bu şekilde daha doğru ve net cevaplara ulaşbılabilir. hayat bize rağmen devam ediyor rastlantılar denizinde. bir gün biz iyiyiz, bir gün biz kötü.
3 Temmuz 2011 Pazar
karıncalar
karıncalar bana her zaman enteresan gelmiştir. kendi kolonileri ve aralarındaki iş bölümü cidden inanılmaz. dünyayı algılayış şekilleri de inanılmaz. mutlak bir düzen var aralarında. bernard werber geliyor aklıma karıncalar diyince. karınca üçlemesi yazacak kadar enteresan bir adam var karşımızda. karınca kolonisine ilginç bir yaklaşımla yaklaşıp, olayları farklı yorumlamıştır. geçen gün arkadaşımın bahçeli evinde bir kum tepeceğinin üzerinde birbirinden farklı 3 ya da 4 tane farklı karınca kolonisi gördüm. kendi sınıflandırmam şu şekilde; küçük karıncalar, büyük karıncalar, tuhaf karıncalar, çalışkan karıncalar. koloniyi izlerken başka başka düşüncelere kapıldım. bu arkadaşlar yorulmuyorlardı ve kendi aralarında bir düzen vardı. kraliçeleri neredeydi ? hiç bir fikrim olmamasına karşın, karınca yuvasının çıkışı güzel düzenlenmişti. sürekli bir şeyler getiriyorlardı. sürekli bir çaba içindeydiler. biz insanoğlu neden daha az çaba ile bir şeylere sahip olmak istiyorduk? bu soru kafamda dolanmaya başladı. ilginç bir algılayış şeklimiz vardı ama kanatlı karıncadan daha mı derindi acaba? düşününce karıncalar bunu bilgi ile mi yapıyorlardı. evren hakkında nihai bilgiye sahipler miydi? yoksa sadece içgüdüsel olarak mı algılıyorlardı bazı şeyleri. ellerinde olan imkanları neye göre sınıflandırıyorlardı? neye göre bazı sınırları çiziyorlardı?
hayatımıza baktığımız zaman elbette bir karınca kolonisinden daha karmaşık (acaba?). daha farklı alanlarda kendimize yer buluyoruz. şunu sormak lazım, bu arkadaşların kurduğu gibi bir düzene sahip miyiz? bu düzen gerçekten kendi içimizde mevcut mu? yoksa onların rastgele yaşadığını düşünüp, bizimle aynı şeyi yaptıklarını algılayıp bizde mi rastgele yaşıyoruz? sorular kafamızı doldurmaya hemen başlıyor tabi. şunu gördüm. adamlar gerçekten sıkı çalışıyorlar. küçük de olsa bir taşı yerinden kıpırdatıyorlar. biz neler yapıyoruz acaba. bizim için taşlar aynı yerinde mi duruyor hala? bir çoğumuz için, ben de bu gruba dahilim o küçük taşlar hayatımızın her yerindeler. her yerinde oldukları için de onları kıpırdatmak bizim için gerçekten zor oluyor. hayata karşı yaklaşımlarımızda bu kısır döngü içinde aslında. ne kadar çabalamamız gerektiği konusunda bir fikrimiz yok ya da çaba göstermek anlamında. bir çokları için buna "kader" diyebiliriz. özgür irademiz nerede devreye giriyor o zaman? ne zaman çabalamamız lazım? ne zaman mücadele etmeliyiz? bunlara verecek cevaplar bulmak lazım sanırım. öyle daha kolay yürüyecektir işler açıkcası. kendi standartlarımızı ona göre şekillendireceğiz. ona göre kendimize bir çıkış yolu bulacağız. ona göre hayatımızı şekillendireceğiz. sorular elbette çok cevaplar da çok ama şöyle bir gerçek var ki; aradığımız tüm cevaplar kendi içimizde. dışarda cevap aramanın hiçbir mantığı yok.
hayatımıza baktığımız zaman elbette bir karınca kolonisinden daha karmaşık (acaba?). daha farklı alanlarda kendimize yer buluyoruz. şunu sormak lazım, bu arkadaşların kurduğu gibi bir düzene sahip miyiz? bu düzen gerçekten kendi içimizde mevcut mu? yoksa onların rastgele yaşadığını düşünüp, bizimle aynı şeyi yaptıklarını algılayıp bizde mi rastgele yaşıyoruz? sorular kafamızı doldurmaya hemen başlıyor tabi. şunu gördüm. adamlar gerçekten sıkı çalışıyorlar. küçük de olsa bir taşı yerinden kıpırdatıyorlar. biz neler yapıyoruz acaba. bizim için taşlar aynı yerinde mi duruyor hala? bir çoğumuz için, ben de bu gruba dahilim o küçük taşlar hayatımızın her yerindeler. her yerinde oldukları için de onları kıpırdatmak bizim için gerçekten zor oluyor. hayata karşı yaklaşımlarımızda bu kısır döngü içinde aslında. ne kadar çabalamamız gerektiği konusunda bir fikrimiz yok ya da çaba göstermek anlamında. bir çokları için buna "kader" diyebiliriz. özgür irademiz nerede devreye giriyor o zaman? ne zaman çabalamamız lazım? ne zaman mücadele etmeliyiz? bunlara verecek cevaplar bulmak lazım sanırım. öyle daha kolay yürüyecektir işler açıkcası. kendi standartlarımızı ona göre şekillendireceğiz. ona göre kendimize bir çıkış yolu bulacağız. ona göre hayatımızı şekillendireceğiz. sorular elbette çok cevaplar da çok ama şöyle bir gerçek var ki; aradığımız tüm cevaplar kendi içimizde. dışarda cevap aramanın hiçbir mantığı yok.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)




