30 Kasım 2011 Çarşamba

bakış açısı ve hayaller

karanlığı kötülük olarak tanımlarız. aslında bu ışığın olmadığı zamanlar için kullandığımız bir referans değil midir? bir çok noktada iyi ve kötü olarak değerlendirirken artık çağımızda kaotik bireyler ortaya çıkmaktadır. ne tam olarak iyidir, ne de tam olarak kötüdür. sadece yaşamaya çalışırlar. bu insanlar artık eskiye göre daha fazla görmeye başladık. eski şovalyelerin zamanı artık geride kaldı ve çizimlerde olduğu gibi bir dünya artık yok. referans noktalarımız frp tabanlı bir dünyayı tanımlar oldu. herkes oradaydı ama kimse orada yaşamıyordu. sanal dünyalar yarattık kendimize. evimiz gibi oldular ama asla evimiz varolmamıştı belki de. içimizdeki çelişkiler bizi baştan aşağı samrış durumdayken bile elimizdekinin kıymetini bilmek için çok fazla düşünmüyoruz aslında. yaşadığımız dünya ya geçmişte ya da gelecekte. şu an için kurguladığımız bir dünya daha varolmadı belki de. nasıl olmalı? neye göre yaşanmalı? bu soruların cevapları çok net olarak belli olmasa da aslında kafamızda kurguladığımız bir gerçeklik var. bu gerçeklik yaşamaya devam edecek. nasıl olduğundan daha bağımsız olarak varolacak ve belki de bizi olması gereken yere doğru sürükleyecek. sorduğumuz sorularda hep iyiliğe ve kötülüğe referans verilir. bu şu kadar iyidir, o şu kadar kötüdür, arkadaki evet o da kaotik biridir. nasıl yani? böyle sorularla neden hayatımızı dolduruyoruz? neden kategorize ediyoruz. neden onları belirli kriterler ile değerlendirmek zorundayız? bunlara net olarak cevaplar veremiyoruz değil mi? içimizden sadece öyle geliyor. öyle düşünüyoruz. öyle varoluyoruz. öyle nefes alıyoruz. sistemleri kendimiz yarattık ve içinde bocalamaya devam ediyoruz. nefes alışlarımız belki bu yüzden daha hızlı, kalbimiz belki bu yüzden daha dar. iyiliğe açılan yollar içinde neden ayaklarımızı sürükleriz? neden bir karşılık ararız? neden doğrudan sonuca ulaşmak isteriz? süreçleri anlamamaktan kaynaklanan problemler hepimizi bu çağa taşıdı belki de. olmamız gereken yerden aldı bizi ve bu sınav için buraya getirdi. test edilmek gerekiyordu belki de. ya da etrafımızda olanlar bunun kanıtıdır. olmamız gereken şeye dönüşene kadar devam eden bir yolda ilerliyoruzdur. olması gereken bakış açılarımızı canlandırıyoruzdur. tüm detayları bilsek ya da bilinmezlikle ilgili kafamızda soru işaretleri kalmasa yine aynı şekilde devam eder miydik? bilinmezliğe bakış açımız farklıdır. bazıları kurtadam ve vampir efsanelerinde sonsuz hayatı canlandırırken, bir çoğumuz dini figürler ile gerçeği algılamaya çalışırız. hepimiz için aynı dünya vardır ama koşulları farklılaşmıştır. hissettiğimiz böyledir belki de. elimizden geleni ortaya koyarak bu durumu tanımlamaya çalışırız. tabi felsefeciler vardır bu dünyada da. onların sorguladıkları gerçeklik kalıpları bizimkilerden biraz daha farklıdır. varoluşcu felsefe ile ilgilenen insanların açıktları kapılar da en az diğerleri kadar zordur.

ilkel dürtülerimiz hep aynı kalmaktadır. mücadele o tarafta bile değişmeden durmaktadır. ilk adamdan son adama kadar hissettiklerimiz aynıdır. hiçbir zaman da değişmeyecek gibi duruyor. sadece imkanlar biraz daha artacak, bakış açılarımız biraz daha gelişecek ama düşündüğümüz şeyler çok fazla değişmeden devam edecektir. her zaman olduğu gibi farklı sistemler keşfederek bu maceraya devam edeceğiz. geri dönüşü olmayan bir yolculuk. her zaman varolduğu gibi devam edecek. kafamız çoğu zaman karışacak belki ama elimizdekini anlamadıktan sonra sadece bakış açılarımız ile değerlendireceğiz. bizi bazen huzurlu yapacak, bazen kafamızı karıştıracak, bazen nefes almamızı sağlayacak. elimizdeki bilgileri işleme şeklimiz yanlıştır belki de. bilim insanı olmaktada aslında yanlışları kabul ederek devam etmeye çok açık olsa da, orada bile farklı bakış açıları geliştiren insanlar tematik olarak farklı şeyleri yansıtmaktadır bizlere. bu hayatın içinde varoluyoruz. iyilik ve kötülüğü bu hayatın içine taşıyoruz. bizi bazen huzurlu, bazen rahatsız hale getirse de elimizdekini değerlendirmenin farklı bir yolu bu olsa gerek. insanlar ile bağlar kuruyoruz. bazen eksik kalıyor, bazen tamamlanmış oluyor. bir şekilde sona ulaşıyor. ne yaptığımızın çok da bir anlamı yok aslında. sadece nasıl değerlendirdiğimiz ile alakalı aslında. elimizdekinin kıymetini bilip doğru bir yolda devam ediyorsak bu bizi daha huzurlu hale getiriyor. düşünme şeklimizi değiştirerek farkjlı kapıları açıyor ve bizi olduğumuz kişiye doğru dönüştürmeye başlıyor. cevaplar her zaman elimizde belki ama buna ulaşmak için yeterince çaba göstermiyoruz sanırım. dünyayı farklı isimlerle anıyoruz. birileri earth diyor birileri dünya. birileri ise bambaşka isimler ile yoluna devam ediyor. herkesin ilgilendiği inançlar da birbirinden çok bağımsız. nasıl baktığımızla değil belki de nerelerde kesiştiğimizle birbirimizi tanımlıyoruz. arayışımız "huzur" la alakalı. huzur olmasa belki yaptığımız bir çok şeyi yapmayız. ilaç kullanmayız, alkol almayız ya da sigara içmeyiz. aradığımız bir nebze rahatlama değil mi? sanırım bu rahatlama hissi bize başka kapıları açıyor. nasıl baktığımız çok önemli olmasa da şimdi önemli belki de. olması gerektiği gibi devam ediyor belki de kim bilir.






aşk belki de hayatımıza anlam katan en önemli şeydir. huzur arayışımızı farklı bir boyuta taşıyordur. nesneler ile kurduğumuz bağlar tanımlıyordur bizi. neden nesnelere anlamlar yükleriz? neden uğurlu kalemimiz ya da şapkamız vardır. bazı kıyafetler neden daha çok rahat hissettirir bizi? ya da renklere ne demeli ? bunların hepsi raslantısal mıdır? sanmıyorum. cevapların hepsi bende olmasa bile bir kısmını kendi içimde taşıyorum herkeste olduğu gibi. birinden hoşlanmak, birini sevmek, flört etmek. insanı çok fazla huzurlu kılan şeyler arasında sanırım. neden böyledir? bir fikrim olmasa da bana huzur verdiğini hissediyorum. hislerimiz değil mi bizi var eden şeyler arasında en önde gelenlerden. rahatlamamıza yardımcı olan bir kumsal gibi değil mi? biraz daha fazla kumla kaplı ve daha çok taş var ama her zaman o rahatlığı, dalgalar ile bize sürüklemiyor mu? neden doğa bize huzur verir? neden bakış açımızı yeşillerin olduğu bir dünyaya kaydırır? bu sorular her zaman bizi çevrelemiyor mu? daha fazla soru ve daha fazla soru. aynı döngüye hapseden şeylerden birisi de değil mi? ne yaptığımızın çok bir anlamı yok aslında. sadece olan şey bizi buraya sürüklüyor. huzur arayışımız hiçbir zaman bitmeyecek. nereleri gözlediğimiz çok önemli belkide ya da nereyi anlamaya çalıştığımız. kafamızı karıştıran bir çok ögeye rağmen hayat devam ediyor. her adımda biraz daha ilerliyoruz ve hayatımızı tüketiyoruz. bazıları yaşıyoruz diye algılarken, bazıları ölüyoruz diye algılıyor. ikisi de verdiği referans noktası olarak bize mantıklı bir bakış açısı sunuyor. nasıl baktığımız çok önemli değil ama olan şey bu sanırım. dünyayı algılayış şeklimiz bizi daha huzurlu kılıyor. nasıl baktığımız, nasıl düşündüğümüz bizim dünyayı algılayış şeklimizi değiştiriyor. neden öyle olduğu hakkında bir fikrim olmasa da yaşlandıkça daha farklı algılar geliştirdiğimizi görüyoruz. dünya yaşamak için güzel bir yer ve olumlu bakış açıları geliştirmek için. bunun devam etmesi de cidden huzur veriyor. arada akıp giden noktalar arasında sadece bi kaç ara noktayı bizim varlığımız dolduruyor. bazıları için anlamlı, bazıları için kapanmış kapılar ardına saklanmış gibi. elimizdekinin kıymetini bilerek belki de daha ileriye gidebiliriz. sadece beklememiz gerekir belki de kim bilir. elimizdekini anlamak için yeterince uzun yaşasak bile bu bizi değiştirecek mi? anlaşılabilir kılacak mı? ya da tüm cevapları bize verecek mi? macera hala devam ediyor ve devam edecek...

düş

umudun yeniden şekillendiği bir dünyada hayallere ihtiyaç vardır. gördüğümüz düşlere ihtiyaç vardır. bizi daha yaşanılabilir bir dünya için hazırlarlar. daha farklı bir dünya için seçmemizi sağlarlar. nereden başlar bunlar bir fikrimiz olmasa da elimizdekinin kıymeti ancak bu yollar ile anlaşılabilir. yaptığımız şeylerin dinamiğini çok da anlamaya gerek yoktur. detaylarında nasıl bir dünyayı şekillendirdiği hala bizim için gizemini korumaktadır. mücadele belki de burada devam etmektedir. elimizde olanın kıymeti aslında daha kompleks olan detaylardan arındırılmış haldedir. dünyada o kadar varyasyon varken bunu kavrayabilmek çok da kolay olmasa gerek. detayların hakim olduğu bir dünyada yaşıyoruz. bu detayların her birini anlamamız bizim için elbette ki zor olacaktır ama orada olanı bilmek belki umut katacaktır.

nasıl baktığımızdan ziyade nasıl gördüğümüz önemli aslında. tasvirlerimizi bunun üzerinden yaparız. güce odaklanmış bir dünyada olması gereken de budur. elimizden gelen budur ya da tam olarak bize açık olmasa da. neler yaptığımız düşlerimizin içine saklanmıştır. düşlerden arta kalan zamanda kendi pişmanlıklarımızı düşünürüz. pişmanlıkları bir kenara koymak gerekir aslında. olması gereken dünya bu değildir. rüyalarımızda gördüğümüz dünya gerçek dünyaya ışık tutabilir. raslantısal olmayan bir düzlemde daha anlaşılabilir olacaktır bunlar. böyle de bakabiliriz aslında olaylara. kavrayışımızın ötesine geçse de orada olan bizi tanımlayacaktır kim bilir.







karamsarlığı kenara bıraktığımız zaman elimizde olanın kıymetini daha iyi anlarız. elimizde olanla yetinmek değil aslında söylemek istediğim. elimizde olanın kıymetini bilmek ve onu anlamaya çalışmak. böylece daha kolay olabilecek ya da daha sistematik yürüyebilecek şeylerin de önünü kesmemiş oluruz. bu bizi daha çok gerçekliğe taşımaktadır. olması gereken şey de budur aslında. bunları tam olarak bilemiyoruz. çok fazla hayal görüp bunları unutmakta cabası aslında elimizde gelişen şeylerin. bir rubik küp ya da sudoku bizi bu dünyanın biraz daha dışına çıkarabilmektedir. kırtasiye malzemeleri de aynı etkiyi göstermektedir. biraz daha anlamaya çalışırsak aslında olayların çok da karmaşık olduğunun farkına varabiliriz.

29 Kasım 2011 Salı

karışıklık

yorulduğumuzda ya da duraksadığımızda bize güç verecek motivasyonların arayışına çıkarız. elimizdekini anlamadan daha fazlası için bir mücadele vermeye başlarız. sistematik olarak başlayan bu düşünceler, gene sistematik olarak çıkmazlara sürüklenir. elimizdekinin değerini daha sonra anlayabiliriz. ne olduğu çok da önemli değildir. kafamızda şekillenen belli algıları onun üzerine kurarız. değer verdiğimiz şeyler bir an bizi üzecek şeylere dönüşebilir. aradığımız huzurdur ama bunu her zaman yakalayamayabiliriz. neden böyle olur? ya da her zaman böyle olmak zorunda mı? her zaman kırılan bir yerde mi olmalıyız? bunların cevapları her zaman elimizde değildir. daha iyi bir dünya ya da daha çok paylaşıma açık bir dünya hayal ederiz ama bu sadece bizi daha fazla üzer. neden böyledir sorusuna somut bir cevap yok burada. olması gerekenler benzer yollar ile sonuca doğru uzanırlar. sonuç bir çok zaman dilimi için üzüntüdür. kafamızı karıştıran şeyler de burada başlar zaten. kafamız karışır ve bazı şeyler önemsizleşir. değerlerini kendi içinde isimlendirirler ve soyut bir yere doğru ilerlerler. duygularımızı oluşturan yer burasıdır belki de. kalbimize yakın ama ruhumuza uzak bir yerde duygular oluşmaktadır. kafamızı karıştıran düşüncelerin içinde yer alması da böyle bir şey sanırım.
 
umudun içimizde yeşermesini bekleriz ama bu zamanlarda kafamız daha fazla karışmaktadır. hayallerimizdeki gibi mi olur herşey? benzer duygular ile mi şekillenir? bunla hep muamma olarak kalacaktır. bizi üzen ya da yıpranmamızı sağlayan şeyler bunlardır.

güçlü olabilmek için ya da güçlü kalabilmek için kendi içimizde bize ait motivasyonlar olmalı. her zaman özel bir şeyler olmasa da bize yakın motivasyonları kurabilmeliyiz kafamızda. soru işlaretlerini en aza indiren, bizi en az şekilde yoran algılar geliştirmeliyiz. bunu yapabilirsek rahatlama vücudumuza yayılabilir. rahatlamak derken tüm dertlerin azalmasından bahsetmiyorum, bir nebze huzur bulabilmek ya da nefes alabilmekten bahsediyorum. duraklama zamanlarını daha az sert olan geçişler ile şekillendirmekten bahsediyorum. bunu yapabilirsek belki de daha rahat bir yere yelken açmış oluruz. kafamızı fazla karıştırmaya gerek yok ama elden pek fazla şey gelmiyor böyle zamanlarda. düşündüğümüz ya da umut verdiğimiz alanı kapsayacak ölçüde huzur veren şey barınmayabiliyor insanın içinde. elbette bu supernatural değil. oradaki gibi farklı canavarlar ile uğraşmıyoruz ama o canavarlar belki de hala içimizde. nasıl şekillendiğini bilmeden içimizde akmaya devam ediyor. huzuru bulmak için çabalayanlarda ortak görülen keder burada da devreye giriyor. neden böyle? neden böyle olmak zorunda? ya da her zaman böylemiydi? büyüdükçe işlerin rengi değişiyor. daha az huzur ve daha fazla sorumluluk ile doluyor insan. neden böyle şekilleniyor bir fikrimiz yok aslında. olanlar sadece bu düzlemde ortaya çıkıyor.

doom gibi depresif müzikler bizi sarmalıyor bu düzlemde. agalloch mesela. amerikadan çıkmasına rağmen o soğuk hüznü her albümde suratımıza çarpıyor. kederi bu soğuklukta yaşamak bazen rahatsız edici olsa da elimizden çok da bir şey gelmiyor. müziğin akışına kendimizi bırakmak ve olması gerektiği gibi algılamaya çalışmaktan başka çıkar yol gözükmüyor. neden her şey bulanık? neden karanlığa açılan bu yollar bizi kolayca avlıyor? soruların devamı her zaman umut veren bir yerden gelmiyor. daha dayanıklı olmamız lazım belki, daha fazla güven içimizde şekillenmeli ama olmayabiliyor. arayışımız hep huzur üzerine. huzurlu olmak ve bunu yaşamak üzerine. bunu kolayca kavrayabilirsek daha sistemli olabiliriz sanırım. elimizdekinin kıymetini bu şekilde bilmeliyiz belki de. yaşanması gereken sıkıntıları bir ders olarak algılamalıyız. o zaman işlerin rengi biraz daha farklı olacaktır. kafamızda şekillenen algının kırılmaz bir yere geçmesini belki de bu şekilde sağlayabiliriz. olsun ya da olmasın bu böyledir. sıkılsakta bu böyle devam edecek. elimizde böyle zamanlarda sadece keder kalacak belki de kim bilir. mücadele her zaman devam edecek ki devam etmeli de. olması gereken şey bu düzlemde olmalı belki de kim bilir. soğuğu hissetmek buna yakın bir düşsel araç olsa gerek. soğuk ve daha fazla soğuk. sıcağın hissedilemediği yüreklerde daha fazla kederin şekillenmesi bu şekilde olacaktır belki de kim bilir...






bazen soğuk ya da karamsarlık olması gerektiğinden fazla çöker insanın üzerine. bu durumlar gerçekleştiğinde ümitsiz bir profil çizebilir. üzerinde çok fazla durmadan farklı yerlere kanalize edilirse bu durum, insanın huzur bulduğu bir tapınağa da dönüşebilir. düzlemsel olarak farklı yapılar barındıran düşünceler insanı uzaklaştırmaktadır. ne kadar uzaklaşmak istediğimiz ise farklı düşünceler içinde şekillenmektedir. durumumuzu daha net ortaya koymak için kafamızdakileri belli bir sıraya göre sıralamalı ve onun üzerinde zaman harcayarak daha düzgün yanıtlar aramalıyız. muamma olan şeyler bize güç verebilir aslında. sonsuzluk içinde kaybolmadan önce düşünceler daha sistematik hale getirilebilir ve insana huzur verecek bir yere çekilebilir. bunun için öncelikle olan şeyleri yerine getirmeli ve adım atarak bunları tamamlamalıyız. sistematik olarak ilerleyen düşüncelerin yanında cılız sesli olanların koca bir ejderhaya dönüşmesine izin vermemeliyiz. sadece daha farklı bakmalı ve onu daha net anlamalıyız. bize huzur verecek yerler belki de buralara saklanmıştır. sıkıntının en temeline inerek olayları orada çözmeye çalışmalı ve dikkatli gözlerle irdeleyerek farklı bakış açıları ile zenginleştirmeliyiz. düşüncemizin arkasında yatan şeyler bunlarla alakalıdır belki de. bunu net olarak anlamak ya da tanımlamak mümkün gibi gözükmese de aslında olduğu yerden çok daha bağımsız bir yere sürüklenebilir. hayatın her evresinde bakış açıları farklı kapıları aralamakta ve farklı deneyimleri insanlara sunmaktadır.

yılmadan ve kırılmadan yola devam etmek gerekiyor. düşen motivasyonları artırmak ve mücadeleye devam etmek en mantıklı olan yollardan bir tanesi. bizim için geçerli olan şey daha fazla mücadele. ne yapmamız konusundaki kesin ayrımları ortaya koymamız ve kafamızda canlandırdığımız dünyaya yaklaşmak için biraz daha çalışmamız gerekir. odaklanmalı ve kesin olarak bunu istemeliyiz. bu şekilde daha sistemli düşünceler geliştirebilir ve kendimize daha faydalı olabiliriz. sonuç olarak tek bir hayat var, o da bizim hayatımız. bu hayatı güzel bir şekilde yaşamak istiyorsak mücadeleye devam etmemiz gerekmektedir. bunu net olarak anlayabilirsek, o zaman işlerin rengi biraz daha değişecektir. umutlara bel bağlamamız gerekmektedir ve hayal ederek, çalışarak bir yere taşımalıyız bunları. her şey için bir sistem ve bir cevap var. önemli olan bunu kavrayabilmek.

belli düzenler geliştirerek verimliliği artırabiliriz. sadece elimizdeki düzenin nasıl yürüdüğünü anlamamız lazım. bu en başta adım atmayla ortaya çıkan bir şey ama sonrasında bir düzene ihtiyaç duyuyor. kafamızda şekillenen düşünclerin tam olarak nereye varması gerektiğini çok net görmeliyiz. bunun için de çabalamalıyız. sistemli bir hale getirebilirsek, içimizdeki sıkıntıları da minimal bir hale çekebiliriz. daha net görüp, daha net düşünüp, daha net uygulayabileceğimiz zamanlar için...

sistematik algılar ve düşünce

bir sürü düşünce içinde en doğru olanı seçmeye çalışırız. her seferinde yeni bir mücadele olarak bize geri döner. elimizdekini kullanmak ise biraz zaman alabilir. bu durumlarda çok da mantıklı olmayan düşünceler filizlenir. yalnızlığı tetikler. yalnızlık daha fazla yalnızlığı doğurur ve mücadele gene aynı yerde devam eder. kendimize belli motivasyonlar bulmamız gerekir. başka birinden daha iyi tanıdığımız için kendimize söyleyeceğimiz şeyler, bu ölçekte bir değerlendirmede en mantıklı yolları ortaya çıkaracaktır. düşüncenin gücü belki de burada devreye girer. nasıl değerlendirdiğimizden bağımsız o düşünceye tutunursak bizi bir yere taşımaktadır. istediğimiz belki de budur ama onu nasıl şekillendirdiğimiz önemli. çamurdan çömlek yapmak gibi uzun zamanda alabilir, çamurla oynamak kadar kısa da sürebilir. nasıl değerlendirdiğimiz ve ne ölçüde çalıştığımız önemli bu konuda. motivasyonlar bulmamız lazım devamını getirebilecek. nasıl olduğunun çok önemi yok ya da altında yatan bilgeliği de görmemize gerek yok. bir başlangıç belirleyip ona göre devam etmek sanırım önemli olan. bizi bir yerden başka bir yere taşıayacak motivasyonlar belki de bu düşüncelerin içine saklanmıştır.

mücadele kendini bir çok kalıp içinde tanımlamaktadır. tasvirleri ile sıkıntıları ile bir yerden bir yere hareket halindedir. sürekli olarak bu değişim yaşanır. su balonu gibi. bir yerden bir yere akmaktadır düşünceler. kontrol yetisi çok azdır temel düşünceler üzerinde. kendi kontrolümüzden bağımsız olarak parlarlar. bu parlamalar çağımızdaki bir çok buluşun da habercisi olmuştur. sadece o anın gelmesi ve bir anda ortaya çıkması yeterlidir. nasıl olduğunun çok da önemi yoktur. sadece olması gerektiği şekilde filizlenirler. kötülükten kendimizi alıkoymak için ya da kötü düşüncelerden kendimizi alıkoymak için temel düşüncenin şekillenişinde, dur diyebilmenin gücünde saklı olan iradeyi ortaya koymamız gerekir. bu iradeyi net olarak ortaya koyamazsak, gelişen ya da değişen düşünceler hızlıca büyümektedir. bu olayın olumsuz tarafına atfedilmektedir. eğer olumsuz tarafında böyle şekilleniyor ise olumlu tarafında da aynı ölçeklerde şekillenmesi gerekir. disiplin burada çok önemli. kendi düşüncelerimizi disipline edebilirsek, kötü olan şeyleri iyiliğe de kanalize edebiliriz. bu gücün her insanda olduğuna inanıyorum. sadece bakması gereken yere doğru bakması yeterlidir. kendini bir başka basamağa taşıyacaktır.

yapacağımız işlere ya da düşüncelere sarsılmaz bir inançla bağlı kalmakta bize alternatif kapılar gösterebilir. bunu görmek istiyorsak kontrolü içeriden de sağlayabiliriz. sadece doğru kapılara bakmamız yeterlidir. her zaman olduğu gibi "çaba" burada devreye giriyor. kendimizi zorlamalıyız. kafamızdaki şeyleri netleştirmeliyiz. bunu başarabilirsek kendimizi daha rahat hissederiz. tren gibi düşünmekte de fayda var. bir düşünce vagon da olabilir, lokomotife de dönüşebilir. eğer vagonsa ve kötülüğü tasvir ediyorsa bunu trenden ayırmak çok da kolay olmayacaktır. lokomotif olarak iyi düşünceleri seçersek, bize olması gerektiğinden daha fazla güç sağlayacaktır. bunu başarabilirsek zaten kendimizi daha olumlu bir yerde bulabiliriz. ne olduğunu düşünmeden de yolumuza devam edebiliriz. sistematik olmak burada önemli. sınırlarımızı bilmekte aynı ölçekte önemli. nasıl davranmamız gerekir? nasıl şekillendirmemiz gerekir? bu sorular acemilik evresine ait sorulardır. buradan geçip yolun başka bir tarafına bakıyorsak, olaylar aslında beklediğimizden biraz daha farklı gelişecektir.





farklı disiplinler arasında geçiş de mümkündür. bir kitap okuyarak ya da bir şeyler dinleyerekte kendimizi bu motivasyon içinde bulabiliriz. adım atmak ise en başındaki durumu bize net olarak anlatmaktadır. adım atan birileri için dünya çok da karmaşık değildir. bakması gerektiği yerden bakmalı ve durumun şekillenmesine yardım etmelidir.düşünceler satrançta olduğu gibi uzak hamleleri ya da ihtimalleri göz önüne sermektedir. eğer bu hamleler göz önünde ise neden daha iyi stratejiler oluşturmayalım? dikkatli bakan gözler için bu gerçekleşmektedir. daha fazla konsantre olup, daha fazla dikkat edip, senaryolar içinde atlamalar yaparak yolumuzu bulabiliriz. her sistemin bir algoritması vardır. bu algoritmayı doğru algılayabilirsek, temelindeki "1" ve "0" lardan çok da farklı olmadığını anlarız. esir gibi bir madde ile çevrilidir belkide ya da anti-matter olarakta tanımlayabiliriz bunu. bunun ne olduğunu herkes kavrayamasa da baktığı yere göre daha sistematik bir algı geliştirebilir aslında. belki de olması gereken budur. anlamaktan ziyade uygulayabilmektir. elektriğin nasıl çalıştığını herkes anlamaz belki ama onu her yerde kullanırız. önemli olan işlevsel olması değil midir? düşüncelerin bundan farklı olduğunu kim söyledi? buna verilecek çok mantıklı bir cevap yok aslında.belli düşünceler beyinde aynı yolları izledikçe, çağırdıkları düşünceler de arkalarından gidecektir. beynimizdeki bu yolları değiştirmemiz gerekir.

bu düşünceler derin meditasyon içerebilirler. bunun olması gerektiğini net olarak kavrarsak ve zaman ayırırsak neden iyiliğe ya da işlevselliğe doğru evrilmesin? kel-no-reem gibi bir meditasyon geliştirip, daha ağır yaralarda bile kendimizi huzurlu bir yere çekebiliriz. bu kalbimiz ve aklımız arasındaki bağlantıyı sağlayacaktır. bu bağlantıları sağlam tutabilirsek, gerçek güce ya da potansiyelimize ulaşabiliriz. buraya ulaşmakta huzur bulmamız için gereken adımları içinde barındırıyor olabilir. daha sistemli ve huzurlu yaşamayı kim istemez? daha fazla odaklanmış ve daha fazlası için enerji biriktirmiş olmalıyız ki, potansiyelimizi ortaya çıkarmak için çok fazla çalışmamıza gerek kalmasın. farkındalık burada çözüm olabilir. hepsini yapamasak bile bir başlangıç sağlayacaktır. kalbimiz ve beynimiz arasındaki bağlantıyı güçlendirmek dileğiyle...

28 Kasım 2011 Pazartesi

kaygıların ve hayatın kesişimi

dünyanın başından sonuna kadar devam eden anlamsız bir mücadele var. herkes için daha fazla güç. iyi ya da kötü olması bazı şeyleri değiştirmiyor sadece daha fazlası. insanlar yaşamları boyunca mücadele ederler. bir yerden bir yere ulaşmaya çalışırlar. neden böyle yaptıklarına dair bir fikrim olmasa da bunun güdüler ile alakalı olduğunu söyleyebilirim. kafamızda şekillenen dünyanın maddesel yansımaları olarak ele alabiliriz. duygularımızı ne tanımlar? bizi nereden nereye taşır? sadece kafamızı mı karıştırır? bunun gibi bir sürü soru gün içinde aklımızda yankılanmaktadır. beynimizde yankılanan bir sürü gerçek olmayan ama gerçek olan düşüncenin yerine ne konabilir? bulunduğumuz dünyayı daha iyi nasıl tanımlayabiliriz? bunun gibi biriken bir sürü yük hala omuzlarımızda akmaya devam ediyor.

müzik ya da okuduğumuz kitaplar, kafamızdaki sesleri dindirirken elimizde olan araçlardan sadece bir kaçı. düşüncelerimizin daha sessiz akmasını sağlayabiliriz. yolumuza devam ederken bir sürü detay ile bu yolları ya da macerayı şekillendirebiliriz. neden daha fazlası? içimizde hissettiğimiz temel güdülerden başkası değil aslında bu sorunun cevabı. en temel haliyle olayların değişmesini istiyorsak aracı olarak kullanmamız gereken bir kaç şey var. bunlardan ilki her zaman olduğu gibi "adım atmak". bir mücadele devam ediyor ve bizi bir yere taşıyor ama sebeplerden ya da sonuçlardan, bağımsız hareket etmiyor. bazıları daha sistematiktir diğerlerine göre. bu durumda katettiği yollar da çok farklı olabiliyor. sistematik olan insanların temel aldığı bi kaç temel düşünce vardır. x ya da y diyelim bunlara ama altını dolduran bir gerçeklik vardır.

hayatlarımıza baktığımızda daha farklı olması gerektiğini düşünebiliriz. olması gerekenin o olduğunu çoğu zaman kavrayamayız. bunun geleceği görmemekle de somut bir ilişkisi var aslında. eğer önümüzde uzanan geleceği tam olarak anlayamıyorsak o zaman elimizdeki sonuçlar da bizi sebeplerden daha bağımsız bir yere sürükler. her nefes alış bir mücadeledir aslında. bu hayatı tam olarak sevmediğimiz için ya da şükretmediğimiz için elimizdeki değerler ile çoğu zaman mutsuz oluruz. yalnızlığı deneyen insanlar için ilk başta bu durum sevimli gelmektedir. duruma daha geniş bir yerden bakarsak aslında öyle olmadıklarını da anlayabiliriz. neden bunlar hala soru işareti olarak kalmakta? cevabı çok da uzakta değil aslında. insan olduğumuz için bu böyle. melek olsak belki daha farklı bir kavrayış içinde olurduk ama olmadık. sadece olanı yaşamaya çalışıyoruz. sorular her köşeden bize ulaşıyor. ulaştığı kadar da canımızı sıkıyor ya da motive ediyor bizi ama genel durum böyle aslında. baktığımız dünyayı şekillendiren pencere hangisi? gerçekten buralarda dünya daha farklı mı gözüküyor?



hayatı mutlu bir şekilde yaşamak istiyorsak sanırım zemininde "huzur" ya da "mutluluk" kavramlarını iyi tanımlamamız gerekir. bunu başarabilirsek dünya daha farklı bir yer haline gelebilir. "umut" u canlı tutabilirsek, çalışmaya devam edebileceğimiz alanlar da olacaktır. okuduğumuz üniversite, okuduğumuz kitaplar bize alternatifler sağlasa da mevcut olanı kabullenmeden yola devam etmek anlamsız olacaktır. ne için bu mücadeleyi veriyoruz? aslında hayata tutunmak için bir kanser hastasından daha fazla mı sebebimiz var? ya da kanser mi olmalıyız ki bu hayatı daha net tanımlayalım? bunları değerlendirirken gelen soru şu olabilir; görüyor muyuz? bakıyor muyuz? görmek ve bakmak. temel olarak ikisinin de arasında çok mesafe var ama umudun nerede aktığı sorusuna somut bir yanıt yok elbette.

küçükken çok fazla sıkıldığımı hatırlıyorum. yapılacak çok fazla şey yoktu ve memlekette devam eden yalnız bir hayatım vardı. küçüktüm ve büyüklerin yaptığı şeyleri kitap okumak ya da ders çalışmak gibi şeyleri yapamıyordum. okuduğum kitaplar hemen bitiyor, heceleme gibi fasülye sayma gibi şeyler çok kolay geliyordu. daha fazlasını sitemiştim. daha fazlası derken aslında yoğun olmaktan bahsediyorum. büyüdükçe gerçekten daha fazlası oldu ve zaman daraldı benim için. sorumluluklardan sıkılmaya başladım ama en başta ya da küçükken istediğim şey sorumluluk değil miydi? büyüdüğüm zaman neden daha yoğun olmak yerine daha rahat olmayı seçtim ya da seçiyorum? bunun cevabı basit aslında. kolay olan hangisi ise insan onu yapmaya daha fazla meylediyor. o yöne daha fazla kayıyor. elindekileri çok fazla düşünmeden rahat olan neredeyse algısını ona göre şekillendiriyor.

hayatın en başından sonuna kadar devam eden sürecinde "umut" u ayakta tutmadıktan sonra yapılacak daha iyi şeyler de yok aslında. nasıl görmek istediğimizi düşünüp ona göre yeniden şekillendirmeliyiz dünyayı. küçükken kurduğumuz düşler var ise onları gerçekleştirmek için yola devam etmeliyiz. mücadele her alanda olacak ve zorlu olacak. bu duruma katlanabilecek kadar ileri görüşlü olup, mücadeleye devam edebilmeliyiz. huzur içimizde ve cevaplar da öyle. eğer cevap arıyorsak daha dikkatli dinlemeliyiz. her gün bu cevapları duyuyoruzdur ama daha dikkatli kulaklara ihtiyacımız vardır kim bilir...

yüzüklerin efendisi

iyiliğin kötülüğe karşı savaşını, fedakarlığı, arkadaşlığı, bağımlılığı anlatan, hayata dair bir sürü detayı farklı bir gözle sunan, tolkienin harika eseri. başlangıcından sonuna kadar bir çok defa şekil değiştirmiş bir kurgu,. temelini ele almak için silmarillion yazılmış tolkien tarafından. detaylara fazla düşkün olan tolkien yüzüklerin efendisini yazarken çok fazla bekleyip, bir sürü öykü ve şiirler ile farklı bir atmosfer yakalamıştır. çağımızdaki bir sürü oyunu şekillendiren ve hayata dair alternatif bir bakış açısı geliştiren, fantastik dünyanın temeli.. ilk başta tolkien silmarillion ile birlikte basılmasını istemiştir. ayrı kitaplar olarak değerlendirmemiştir eseri. yayıncısı ile ilgili sorunlardan dolayı, üç parçaya ayırmış ve tabi silmarillionunda ayrı bir halde basılmasına, mecburen izin vermiştir. the hobbit ile çocuklarına anlattığı hikaye, yüzüklerin efendisi ile büyüklerin dünyasına girmiştir. tamamlanması uzun yıllar alan eser, uzun zamandır filme de çekilmeyi bekliyordu. peter jackson bu işin altından yüzünün akı ile çıkmıştır. yayınlanan seri elbette kitap kadar zengin detaylar içermemektedir. bu tolkienin kullandığı destansı dil ile arayı açan bir durumdur. hayal gücünde farklı şekillenen kitabın, sahnede nasıl durduğunu bu düzlem ile değerlendirmek haksızlık olacaktır. hobbitin çekilmeye başlandığı bu günlerde, daha fazlasını arayanlar için güzel bir alternatif ortaya çıkmaktadır. kökeni the hobbit ile başlayan hikaye, yüzüklerin efendisi ile farklı bir yapıya bürünmüş, devam eden zaman içinde the hobbit e geri dönülmesiyle farklı bir açılım kazanmıştır. insanlarda neden bağımlılık yapmaktadır? bu soru sanırım kadim günlere duyulan özlemle alakalıdır. sanayi ateşlerinde yanan two towers ve kötü bir büyücüye dönüşen saruman, çağımızın detaylarını alternatif bir yerden ortaya çıkarmaktadır. bu destansı kitap ve tolkienin kullandığı dil, haritalar, elflerin dünyası ve dwarflar ile boyut değiştirmektedir. orta dünya denilen yerde yaşamak isteyen bir sürü insanı ortaya çıkarmıştır. arayışlarımız genelde kafamızdaki mükemmeli canlandıran detaylar ile eskiye dönük kalmaktadır. eski bayramlar mevzusu gibi. detayların çok fazla olduğu bir dünya, yüzüklerin efendisinde olduğu gibi kafamızdaki dünya algısını farklılaştırmaktadır. herkesin "umut" üzerine arayışları farklı olmakla birlikte, alternatif senaryoların iyiliği tanımlaması da gerçekten takdire şayandır. gözlerimizin önüne sürülen bu dünya içinde çok fazla detay ve ırk barınırken, çağımızdaki oyun senaryoları ve frp tabanlı mevzular için, sınırlar daha fazla aşılmaktadır. yüzüklerin efendisindeki karakterler ölümsüz, inanılmaz güçlü ya da tüm büyüleri ezbere bilen büyücülerin yaşadığı bir dünya gibi değildir. temel aldığı duygulara göre "çaba" ile şekillenen ve insani değerlerin ya da iyiliğin nasıl olması gerektiğine dair soruların cevaplarını sunmaktadır.



tolkien in kafasındaki orta dünya o kadar fazla detayla ortaya çıkmaktadır ki, kırlarda dolaşan ya da şarkılar söyleyen ozanlar değil de bizmişiz gibi hissettirmektedir. dünya aslında sadece insanoğlunun değil, bir sürü eski yaratığın da yaşadığı daha karmaşık bir düzleme çekilmektedir. her ırkın ya da bakış açısının geliştiği gibi kötülük ve iyilik algısını net olarak ortaya sunmaktadır. tolkienin dünyasında kaotik varlıklardan çok az bulunur. ya iyidir ya kötüdür. arasında gidip gelen bir kaç karakter dışında, kurgulanan bir dünya griden uzak, siyah ve beyazın etkisi altındadır. tolkienin hayatına baktığımızda savaşlardan çok etkilendiğini çok net görebiliriz. oxfordda geçen uzun çalışma saatleri, çocuklarının daha iyi bir hayata kavuşması için okuduğu sınav kağıtları, entelektüel düzlemde arkadaşları ile birarada olduğu klubü ve bu insanlar ile diyalogları, yüzüklerin efendisindeki özlemi daha net ortaya koymaktadır sanırım. tolkien beklediği gibi bir hayat yaşamamıştır. bu yüzden yüzüklerin efendisindeki son, belki de kafasında kendi hayatı için kurguladığı son ile aynıdır. taşındığı ev, karısı, çocukları, oxford, koyu bir katolik oluşu ve detaylarla dolu bir dünya ile tolkien hayatına devam etmiştir.



sorulan sorulara tolkien çok net cevaplar vermemiştir. soruların cevapları için hayatı boyunca üzerinde çalıştığı silmarillion, gelişmiş değişmiş. bir sürü öykü,dil, şiir, eklenen ırklar ve soyağaçları ile sonu gelmez bir döngüye girmiştir. yaşadığı son ana kadar silmarillion üzerine çalışmış ama tamamlayamamıştır. eserlerinin yasal varisi olan cristopher tolkien babası öldükten sonra, bir gönül borcu olarak silmarillion u derlemiş ve hayranların ilgisine sunmuştur. tolkien hayatındaki belli zorluklar ve tıkanma yüzünden uzun süreler yüzüklerin efendisi yazımına ara vermiş ama bir şekilde kafası bu dünya ile meşgul olmuştur. tolkien belli semboller ile ne demek istedi? hala tam olarak anlaşılabilmiş değildir. koyu bir katolik olan tolkien in hayatının eseri olan yüzüklerin efendisi eserinde çok fazla dinsel temalar kullanmamıiştır. kendisine göre hristiyanlığı sembolize eden yerler olmasına rağmen, pagan inanışların daha fazla yer bulduğu bir dünyaya çevrilmiştir. tolkien bu mevzular üzerine çok konuşmasa da, aslında bu durum hakkında ne düşündüğünün muğlak olması, bazı okuyucular için kafa karıştırıcı olmuştur.

tolkien eserlerini kendi çizimleri ile zenginleştirmiştir. haritalar ve soyağaçları ile zenginleşen silmarillion belki de bu yüzden tam bir bütünlüğe ulaşmamıştır.bu kadar fazla detayı yıllar içinde nasıl biriktirdi ve o zamanı nerden buldu? bu sorunun cevabı belki de oğlu cristopher da yanıt bulmaktadır.

tolkien bir çok yazar için ilham kaynağı olmuştur. arkasından devam eden dünyada, frp diye bir oyun gelişmiş. ejderha mızrağı ve unutulmuş diyarlar gibi major eserlerin yanında, bir sürü irili ufaklı eserin yayınlanması ile düşündüğü dünya daha fazla detaya bürünmektedir. elbette her yazarın sunduğu dünya, orta dünya değildir. bir çoğu için farklı dünyalar ve isimler verilmiştir. ırklar benzer olmasına rağmen, bulundukları dünyayı algılayışları ve çıktıkları maceralar birbirlerinden çok farklı yerlere gelmiştir. tolkienin diline alışanlar başka bir dünyanın dili ile hemen kaynaşamasa da, alternatiflerin çoğaldığı bugünlerde okumak keyif verici hale gelmektedir. beklenen ya da hayal edilen bir sürü dünya artık çağımızda zirvesine ulaşmıştır.




tolkien bir öncü ve bu dünyaların babası konumunda yer almaktadır. çok fazla detayla süslediği orta dünya, elflerin gidiş, cüceler, insanlar ve orclar için yeni kapıların açılmasını sağlamıştır. kafamızdaki ırklar, tolkienin zengin anlatımı ile boyut değiştirmiş ve oyunlar ile gerçek dünyada kendilerine yer bulmuştur. tolkienin yürüdüğü yolda yürüyenler için zaman farklı akmaktadır. tolkienin dehası bu yeni dünyaları beslerken, kendisi için de savaşın olduğu bir dünyada huzurlu bir yolculuğu anımsatmaktadır. tolkien bir nesli etkiledi ve arkasından yetişen yeni bir nesil için kaynak konumuna geldi. eserleri ile çok ciddi atılımlar yaptı ve hayal gücümüzü zenginleştirdi. alternatif bir dünya arayanlar için orta dünya yeni bir kapı oldu. haritalar, ırklar ve iyiliğin yaşadığı bir dünya, herkesin umudu haline geldi. tolkien belki de bazı insanların içindeki iyiliğe dokundu, kötü olanlar da kendilerine yer buldular ama "umut" un devam ettiği bir dünya ile huzur bulanlar çoğaldı. her yeni başlangıçta olduğu gibi tolkien de çok fazla sıkıntı çekti. erken yaşlarda kaybettiği ailesini, kendi ailesi ile gidermeye çalışan bir beynin kaçtığı bir dünyadan bahsediyoruz. bu bize göre kaçıştı. tolkien için nefes almak gibiydi. her yeni başlangıç gibi tolkien bir çok insanı etkiledi. arayışlarında farklı kapılar açtı. edebiyatı şiir ve öyküleri ile zenginleştirdi. beklediği dünya buydu ya da yaşamak istediği dünya buydu, bu konuda çok fazla detay yok. tolkien alternatif bir dünya arayışı için köprü oldu. bu köprüyü bir sürü insan kullandı ve kullanmaya devam ediyor. uzun bir zaman tolkien ismi ile yaşayacak gibi duruyor çağımızda gelişen bireyselliği göz önüne alırsak. tolkien bu kapıyı araladı ve o kapıdan bir sürü kişi geçti. hayallerimize açılan kapılar için tolkien bir kaynak. bu kaynak uzun zamandır beklediğimiz susuzluk için rahatlatıcı bir yapıda kendini buluyor. arayışı olanlar için orta dünya bir kaçış ya da bir köprü. insanların algısını şekillendiren bu dünyada aralanacak daha bir çok kapı var sanırım. zaman tolkienin ne kadar başarılı olduğunu gösterecek. tolkien orta dünyaya imzasını taşırken, hayallerin, umudun, savaşın, kötülüğün, mücadelenin, devam etmenin kapısını araladı. bu kapı hala orada orman elflerinin koruduğu yerde ve orclardan çok uzak. dwarfların kazdığı derinliklerde ışık yeniden aralanacak ve iyilik insanların dünyasında kendisine yeniden yer bulacak. umudun tahtta kaldığı bu dünyada herkesin kendine ait dersleri barınmaktadır. bu dersleri alanlar elflerin göç ettiği limanlarda kendilerine yer bulabilecekler kim bilir. macera hala devam ediyor. umutların bittiği bir dünyada yeniden umudu şekillendiriyor.

27 Kasım 2011 Pazar

yol

huzur aradığımız zamanlarda karşımızda olan gerçeklik bazen bizi ürkütür. aklımızı çevreleyen düşünceler belirli sistematik aralıklarla bizi farklı bir dünyaya sürükler. değerlendirdiğimiz kavramlar bize başka kapıların açılmasını sağlar. durduğumuz yerin yüksekliği aslında ne kadardır bunu bilemeyiz. bizim için varolan gerçeklik sınırlarımız ile birleşir. aklımızda şekillenen düşüncelerin hayal mi? gerçek mi? olduğunu kavramak bazen tüm günümüzü alır. yapmamız gereken şey bellidir aslında. gerçekliğe tutunmak. bunu her zaman başaramayabiliriz ama bunun da belli bir yöntemi olmalı. bizi sıkıntılardan kurtaracak bir yöntem her zaman vardır. sorunun olduğu yerde cevaplar da bizi beklemektedir. cevapları görecek kadar gözlerimizi açmamız bazen yeterli olacaktır. elimizdeki değerler bizi anlaşılmayan yerlere sürüklese de, bazen yöntem bu olmalı. kafamızdaki dinginliği bu şekilde yakalayabiliriz belki de.

elimizdeki imkanların kıymetini anlamak ve onlara öncelik vermek, sonuca giden yolda en mantıklı taşlardan bir tanesi olabilir. herkesin yaptığı şey daha fazlasına ulaşmak için çabalamaktır. daha fazlası var mıdır? elbette daha fazlası vardır ama elindeki imkanlara öncelik vermeden, ne olacağını bilmek bazen yorucu olabilmektedir.
çözüme giden yollar belki de bu aralıklar ile tanımlanmıştır. nerden hareket ettiği çok da önemli değildir ama bir başlangıcı olmalı bu durumun. nasıl hareket edeceğine ise kendisi karar vermeli.

hayatı değerlendirirken alternatif kapıların olduğunu yok sayarız genelde. elimizdekinin kıymetini bilmek bu yolculukta en sona bıraktığımız yöntemler içinde değerlendirilebilir. neden böyle davranırız? neden böyle algılarız? sanırım hepsi sanayi devriminden sonra oldu. öncesinde insanlar köylerinde mutluyken, artık daha fazlası için mücadele etmeye başladılar. daha fazlası ve daha fazlası her zaman beklenilen şey oldu. elimizde kıymetli olan değerler anlamını yitirdi. neden böyle bakarız? neden böyle algılamamız gerekir? bunun da cevabı içimizde bir yerlerde ama beklediğimizden daha uzak bir yerde sanırım.

adım atmak en önemli rollerden bir tanesi. adam gibi adım attıkça elimizdekinin kıymetini anlarız. neden böyle düşündüğümüzü , neden değerlerimizin daha çok tüketime dayalı olduğunu. somut bir yol ararız belki de ama buna her zaman ulaşamayız. neden böyle algılanıyor? neden böyle bakmak zorundayız? bunların çok somut bir cevabı yok sanırım. elde olanın kıymete binmesiyle alakalı durumlar. hayatın her zerresinde elimizde olanın kıymete binmesi bunu anlatıyor sanırım. elimizdeki değerler gibi. elimizdekinin kıymete binmesi gibi. bir fark yok aslında. olması gerektiği gibi bakmak dışında elimizde çok farklı bir değer yok.

pozitif düşünce burada devreye giriyor. eğer elimizdekini anlayabilirsek ve onu kıymetli olduğu şekilde kullanabilirsek, bize başka kapılar açacaktır. adım atmak ve ilerlemek bu durumun en temel şekli sanırım. neen böyle çok da somut bir cevap yok buna karşı. kıymetli olanın kavranılması ve onun üzerine mücadele etmek.

hayatta bir çok pozitif bakış açısı var. kavrayabilenler kendi yollarını daha net şekilde anlayabilirler aslında. anlamayanlar için mücadele her zaman ki gibi devam etmekte. bir yol var. herkesin yürümek isteyeceği ve kapıları açan bir yol. bunun için daha çok mücadele etmek gerekir. pozitif bakış açısı var ise burada devreye girmeli.

26 Kasım 2011 Cumartesi

sistematik

bir yerden bağımsız olarak dünyayı tanımlamaya çalışırız. gençliğimizde bize öğretilenler ya da edindiğimiz deneyimler, farklı kapıların açılmasını sağlamaktadır. düşünce sistemimiz bu düzlemde başlar aslında ve yavaş yavaş bütünlük kazanır. bu deneyimler küçükte olsa bize farklı bir algı vermektedir. nerden algıladığımız ya da nereden tanımladığımızın bir önemi yoktur. bakış açılarımızla iyilik ve kötülük şekillenir. nasıl algıladığımız bu düzlemde bizi bir yere taşır. bozulmuş düşünceler de bu sistemin içindedir. kimin ne söylediği çok da önemli değil aslında. sadece varolanı tanımlamaya çalışırız. bizi huzurlu bir yere götürmesi için. sistemler belki de bunun için vardır. daha bağımsız bir algı geliştirmeleylim diye. hep hayata dair bir sorumluluk ve oluşan somut düşünceler vardır. neşe hepimizde olanb ama her zaman ortaya çıkmayan bir düşüncedir. fizikselliğimiz de tam oturmasına kadar bu düzlemlerde kazanırız. düşünceler bizi tanımlar ama bir araç olan beden bizi bu dünyada bir kalıba sokar.

davranışlarımız anlamsızlık içinde bazen farklı sıçramalar gösterir. kötü vizyonlar ile dolabilir hayat tam olarak anlamasakta. müzik devreye girer ve bir yere doğru sürükler hayatımızı. kitaplar ve filmler de vardır bu düzlem içinde ama herkesin ilgisine göre durumlar şekillenir. kafamızdakini net olarak tanımlamakta böyle bir şey sanırım. kötülük neden sebepsizce insanı bulur. karanlık düşler neden yapılmıştır? elimizde gene sorular var ama her zaman cevapları olmayabiliyor.

sakin kalmak buradaki en temel noktalardan bir tanesi sanırım. serbest bırakılmamış öfke ve kendini kaybetme ile bütünleşirler bu düzlemde. nasıl düşündüğümüz bir muamma olsa da hayatımızda enteresan algıların temelini bunlar şekillendirir. müzik her haliyle başka bir rahatlama biçimi. bazı gruplar için sistematik. matematiksel bir yaklaşımı da içinde barındırmaktadır. nasıl algıladığımız önemli bu noktada.

uzun düşlerden, anlamsız hayallerden ve olmayan gerçeklikten kurtulma dileğiyle...

devam etmek

anlamadığımız şeyler kafamızı karıştırır. düzensiz bir düşünme sistemimiz varsa, bizi rahatsız yönlere çekebilir. bu işin altından kalkabilmek için en başta "pozitif" bir algı geliştirmemiz lazım. eğer algımız pozitif ise içinde bulunduğumuz ruh halleri de hemen değişmeyecektir. sıçramalar elbette olacaktır ama mutlak olan şeyler aniden değişime uğramazlar. elbette duygu durumları için mutlak tanımı kullanılamaz belki ama bir yerde kendimizi frenleyebilmek için o ismi kullanabiliriz. en baştan başlamamız lazım düzenli bir düşünce sistemi için. tuğla tuğla üzerine koyup, daha sonra kıymetli bir şeye dönüştürmemiz lazım. bu duruma kolay yetişemeyiz belki ama en azından denememiz lazım. denenmiş sistemler içinde kendimize en uygun olanını seçmemiz lazım.bu düşünceleri şekillendirirken sakin kalmamız şart. sakin kalabilirsek sistemi işlevsel hale getirebiliriz. anlık sinirden uzak durmamız lazım. şu anda gerçekten sinirliyim ama yazıyı devam ettirebilmek için sakinleşebilecek miyim göreceğiz.

belli katmanlar ile düşünceler oluşur. genelde kötü düşünceler daha kolay şekillenen ve üzerine kolayca inşa edilen kötü hisleri temel almaktadır. bu durum aslında kendiliğinden gelişiyor gibi gözükse de yıllar içinde oturmuş bir sistemdir. zamanla içinize bir virüs gibi yayılmaktadır. bunu anlayabilmek ya da hissedebilmek cidden tuhaf. sadece bazı şeylerin gelişmekte olduğunu görürsünüz ve bu sizi rahatsız eder. rahatsızlığın özünde ne olduğunu bilmiyorum ama dinsel temalar kirliliği tanımlar. bir düşünce gelir aklınıza ve fiziksel olarak kirlendiğinizi düşünürsünüz. buna engel olamazsınız. bu noktada yapılacak çok fazla şey yoktur. düşüncenin temeline inersek nasıl şekillendiği hakkında benim de bir fikrim yok. sadece olan düşünceler içinde bir yere varmaya çalışırsınız. bu zaman diliminde de çok başarılı olduğunu söylenemez aslında. olmaması gereken düşünceler kafanızdadır ve sizi kirletmektedir. buna engel olmanın bir yolu yoktur aslında. sadece onlar vardır. beynin tamamını kaplar ve geriye çok fazla şey bırakmazlar. buna yapılacak çok fazla şey yoktur. en başa yeniden dönersek belki de pozitif olmak bu durum içinde açıklanabilir.

sıkıntıları bu düşünsel düzlemde aşmak cidden zor olabiliyor. aklımıza takılan şeyler bambaşka gerçeklikleri kafamızda canlandırabiliyor. mesele zaten onların kafamızda gerçek olması. gerçek olmayan bir dünyaya açılan bir kapı gibi sürekli dönmektedirler beynimizde. bir yere varmayan düşünceler, döngüsel kötülük ve hissettiğimiz acizlik. buna yapılacak bir şey yok gibi aslında. elindekinin tamamını kullansan da aslında gene aynı yerde dönmektedir.

bazen insan bunların dışında bir balonda yaşamak ister ama dünyanın gerçekliği de sanırım bu detaylar arasındadır. neden aciz kalınmaktadır? neden kötü düşünceler vardır? hepsi şeytandan mıdır? yoksa hepsi sınav mıdır? sorulabilecek bir sürü soru var ama zemini oluşturan bir bütün yok. inandığımız ölçüde neye inanıyorsak tabi bu soruların cevaplarını kendi kafamıza yazmaya çalışırız. yapılacak çok fazla da şey yoktur aslında.

pozitif düşünmeden bu noktaya keskin bir geçiş yapmak cidden rahatsız edici. ama elde olan fazla bir şey yok ise bunu tanımlamakta bir şekilde buraya dayanmaktadır. yapılacak çok fazla şey yoktur. belki yazmak bir nebze rahatlatmaktadır. bunu başka şekilde aşamayız. ancak bu şekilde varolmaktadır. olması gereken de belki de budur. bu konuda da net bir yaklaşım yok aslında. sadece olan şeyleri daha net kavrayabiliriz. gerçekliği böyle tanımlıyoruz nede olsa. bunlar hep kırık ve düşmüş düşünceler. yerden kaldırmak için belki de çok fazla efor sarfetmek gerekiyor. yapılacak çok da fazla şey yok aslında. pişmanlıklar bunların içinde bambaşka kapıları açmaktadır. kötü düşünceler ile geçen zaman, düşüncenin kirliliği ve kapanmış kapılar. sanki affedilmeyecekmiş gibi aklımızda dolaşan düşünceler. bunları engellemenin somut bir yolu yok elbette. bir yerde yardım alabilirseniz ona göre şekillenecek şeyler var.

insan çoğu yerde yorulduğunu hissediyor. gücü çekiliyormuş gibi oluyor. yardım elini uzatıyor ama kimse yardım etmiyor. herkes kendi dünyasında. herkes kendi bakış açısı içinde mükemmelliği yaşıyor. varolmayan bir dünyada mükemmelliği yaşamak gibi. hepsi sıkıntılı ama bir yere varmayan hayaller sarmalıyor bunları. aciz düşmek sanırım burada en net yaklaşım olabilir. gücü toparlamak ve yeniden ayağa kalkmak lazım ama bir günde binlerce defa yere düşerken ayağa nasıl kalkarsın? bu sorunun cevabı çok net değil aslında. yapılacakta çok fazla şey yok gibi. sadece devam etmek, devam etmek, devam etmek.

pozitif düşüncelerin aklımızı doldurması dileğiyle...

tolkien

yaşamı sıkıntı içinde geçmiş, son zamanlarına doğru zenginliği ve rahatı bir nebze yakalayabilmiş insan. çalışmalarını yıllarca sürdürmüş ve sonunda hak ettiği yere kavuşabilmiştir. fantastik edebiyatın cidden babası durumundadır. oluşturduğu dünya ve mitolojisi cidden çok başarılıdır. ondan ilham alınarak ortaya koyulan oyunlar, tiyatro eserleri, fantastik kitaplar dünyanın daha kişisel bir yer olmasını sağlamıştır. alternatif bir dünya arayanlar için orta dünya bir kaçış niteliğindedir. bunu yıllar içinde durmadan çalışarak sağlamıştır.

ironik olan kısmı ise yüzüklerin efendisinde daha pagan bir inanış hakimken, kendisi tutucu bir katoliktir. karısının bile protestan olmasının önüne geçen bir yaklaşımı vardır. iyi bir baba olmak için de çok çalışmıştır. ilk eseri olan hobbit ise çocuklar için yazılan bir masaldan sonra yüzüklerin efendisinin öncüsü olacaktır. burada en başından sonuna kadar varolan eseri unutmamak lazım. silmarillion. büyük bir yapıt. yıllar içinde değişerek gelişen ve tamamlanmayan bir mitoloji kitabı ya da kaynak kitap olarakta anılabilir. tolkien in titiz bir yapısı olması nedeniyle eldeki verileri daha net bir yere taşımıştır. düşündüğünden daha karışık ve daha çok bilgi içeren bir dünya kurgulamıştır silmarillion ile. hedefine ulaşmıştır bu bakış açısı ile değerlendirirsek ama hep eksik kalmıştır silmarillion. tamamlanması ise belki bi kaç insan ömrüne denk tutulabilir. eser çok fazla detayla, hanedan isimleri ile soylarla çok fazla karışık bir haldedir. her zaman yenilenmiş şiirler ve öyküler ile daha da zenginleşmiştir ama tolkien in ömrü buna yetmemiştir. eserlerinin yasal varisi olan cristopher tolkien ise silmarillionu olabilecek en tamamlanmış haliyle derlemiş ve fanların beğenisine sunmuştur.

tolkien savaş yıllarında yaşadığı için ve savaşın içinde birebir yaşadığı için yüzüklerin efedisinin aslında ikinci dünya savaşını baz aldığı söylenebilir. bir çok farklı ırk olsa da ingilizleri hobbitler olarak algılamak, tolkien in satır aralarındaki bazı sözleri ile anlaşılmaktadır. tolkien bu dünyayı oluştururken tam olarak ne düşündü, tam olarak hangi ırkları baz alarak orta dünyadaki yaratıkları oluşturdu bir fikrimiz yok.

yazdığı eserler inanılmaz detaylı ve destansı bir anlatımı kendi içinde barındırmaktadır. bu anlatım ile direkt olarak hedefine yönelmiştir. yıllarca süren uzun çalışmalar ve uykusuz gecelerden sonra yüzüklerin efendisi tamamlanmıştır. sanırım tamamlanması 17 yıl sürmüş bu eserin. tam olarak tarihi hatırlayamasam da aşağı yukarı böyle bir zamanı tanımlıyor aslında. alternatif bir dünyanın kapısını aralamak belki de tolkien in en iyi yaptığı işti. oxford da hocalık yaparken de bu eserin nasıl şekillendiği görebiliyoruz. detaylar çok fazla olduğu için aslında tolkien bir anlamda kendi dünyasını yansıtmıştır. elindekinin kaynak oluşu bir çokları tarafından daha farklı dünyalar için kaynak alınmıştı. ejderha mızrağı ve unutulmuş diyarlar, tolkien in dünyasına alternatif oluşturmaktadır. farklı anlatımlar olsa bile baz aldıkları dünya tolkien in dünyasının bir farklı verisyonudur sadece. bu eserler bir çok insanın daha huzurlu ve daha rahat düşünebilmesi için kaynak kitap olarak değerlendirilmiştir. bunu doğru algılayanlar farklı üretimlere girmişler ve çağımızda meydana gelen oyun çılgınlığını bu eserler ile bambaşka boyutlara taşımışlardır.

tolkien çok fazla zaman ayırdı bu eserine ve yıllarca sürdü. bunu tamamlayabilmek için geceler boyu uykusuz kaldı belki de ama sonunda tamamlandı. en azından ana dünyasını oluşturan ögeler yayınlanma fırsatı buldu. silmarillion gibi ya da orta dünyanı geçmişini aydınlatan eserler tamamlanmamış olsa da bir yere ulaştı ve bize sunuldu. bir çokları bu dünyada hala yaşıyorlar. bazıları ise bu dünyayı kaynak alarak başka dünyalar kurguladılar. hepsi aynı düzlemde olmasa bile insanlığa alternatif oldular. bu durum sanırım tolkien in bir anlamda hedefine ulaştığını gösteriyor. savaşın olduğu bir dünyada umudun da olabileceğini ve bize çalışmanın, mücadele etmenin ne demek olduğunu da gösteriyor. sıkı çalıştıktan sonra bir yere ulaştırıyor insanı bu çalışmalar. umut herkes için geçerli ve herkesin ihtiyacı var. bazılarının ise daha fazla ihtiyacı var...

bakış açısı

sorumluluklarımız bizi başka bire yere taşımaktadır. düşündüğümüz şeyler, gerçekleştirdiğimiz şeyler yanında ufak detaylar olarak kalmaktadır. elimizden çok da bir şey gelmemektedir aslında. bir çok şeyde olduğu gibi bakış açısına kurban gitmektedir  düşündüklerimizi kolay kolay sınıflandıramadığımız doğrudur. peki bu yöntem elimizde olsa gerçekten sistematik olarak düşünebilecek miyiz? kafamızı karıştıran bir sürü şeyden biri sadece. adım atmak ve bakış açılarımız dedik ya. geriye dönmek çok da kolay olmayabiliyor. elimizdekinin kıymetini anlamakta bir nebze zor aslında. sadece düşündüğümüz şeyler var bir çok yerde. onlara göre gelişmiş belli kısımlar var. bu bize farklı bir bakış açısı sunabilir aslında. değerlendirmemiz gereken şeyler bunlardır belki de onu da net olarak göremiyoruz aslında.

bazen bir hayalet gibi düşünceler bizi yakalar. orada elimizden çok bir şey gelmez aslında. olduğu gibi kalırız ve başka bir yere kanalize etmeye çalışırız. düşüncemizin en sıkıntılı tarafı bu sanırım. bir anlamda obsesyon da diyebiliriz buna. bu noktalarda çok da bir şey yapamıyoruz . olduğu giib kabullenip yola devam ediyoruz sadece. bu durum da çok anormal değil. düşüncelerden uzaklaşmak için bir sürü yol geliştirirken, temel olan bazı şeyleri atlıyoruz sanırım. olduğu gibi bıraksak. düşüncemiz o zaman başka bir yol içinde devam etmez mi?

obsesyonda en çok ortaya çıkan durum "düşünce izleri". düşünce izleri şunu ifade ediyor; beyinde bir sürü yol var. aynı düşünceler benzer yolları katediyor. arada kısa yollar ile sıçramalar yapıyorlar. bu kısa yolların oturması ile benzer düşünceler, sıkıntılı düşüncelere yer açabiliyor. oradan oraya zıplamalar yaparak farklı bir kapı aralıyorlar. düşüncemizdeki en sıkıntılı taraf bu sanırım. okuduklarımız, izlediklerimiz ya da dinlediklerimiz bu yolları hızlıca katedebiliyorlar. bunun sonucunda belli hastalıklar meydana geliyor. bu hastalıklar bazen ilaç. kullanarak, bazen ise kendi çabamız ile kesilebiliyorlar. gene aynı döngüde bireysel efor ortaya çıkıyor. bu da bizi sıkıntılı bir yere sürüklüyor. elimizdeki sistemler çoğu zaman yeterli olmuyor ve programın gerisinde kalarak, bizi mutsuz ediyorlar.

mutlu olmakta aslında bir anlamda bu düşüncelerin içinde yer almaz mı? aslında direkt olarak baktığımızda bu ortaya çıkmalı ama bizim bakış açımız keskinleşmeden bunu algılayabilmemiz zor cidden. mutlulukta böyle bir sistem içinde gelişiyorsa, o zaman bunu her halukarda birazcık çaba ile keşfedebilmemiz gerekmektedir. bu da aslında çok zor olmasa gerek. beynimizi disipline etmek bu kadar mı uzak? makine gibi düşünmekten ya da 1 ve 0 lardan bahsetmiyorum. olması gerekene bir adım daha yaklaşmaktan bahsediyorum. yeterince çalışırsak bunu gerçekleştirebilir miyiz? bir sonuca ulaşır mı? cevabı evet belki ama bunun için elimizde somut bir yöntem yok.

zihnimiz keskinleştikçe bir yere gelecektir belli duygular kim bilir. biraz daha odaklanıp çok çalışmak sorunları azaltmada bize yardımcı olacaktır. mutluluk ve huzur için daha çok çalışmak lazım.

farkındalık

elimizdeki imkanlar ile yetinmek bize farklı bir bakış açısı kazandıracak. bunu yapabilmek için en başta bir adım atmak gerekiyor. tüktim toplumunu geldiği yerde, bunu kavramak çok da kolay olmasa gerek ama mümkün. düşüncelerimiz belki bizi sıkıntılı yerlere götürecek ama sonunda elimizde bir şeyler de kalacak. çaba burada devreye giriyor. bir adım atmak ve gerekli koşulları sağlayıp, çabaladıktan sonra işler bir anlamda rayına girebilir. gözümüzdeki perdenin kalkması lazımdır belki de kim bilir. durumları belli parametreler ile değerlendirmek lazım. bu parametreler bize olumlu bir bakış açısı sağlayacaktır. elindekinin kıymetini bilmekte burada devreye giriyor sanırım. ne olduğu ya da ne olmadığı çok önemli değil. "do your work. don't be stupid" çağımızın mottosu bu olmalı belki de. burada ufak bir ironi var aslında. özgür olmayarak, özgürmüş gibi yapmak gibi algılanabilir ama katmanlı bir düşünsel sistemde, aslında gösterilenin altında yatan gerçekliğin yaılsama olduğu ve bir kat daha aşağı inersek onun gerçek olduğunu da kavrayabiliriz.

çok katmanlı bir dünyada çok da yabancı olmayan bir yaklaşım olsa gerek. düşüncelerimizi belli bir sistematiğe oturtmalıyız. nasıl algıladığımızın çok bir önemi yok. iyi ya da kötü düşünceler temel olarak aynı duygularını kontrol altına alıyorlar. bildiğimiz dünyada bu farklı olabilir belki ama 1 ve 0 lardan oluşan bir sistemde her şey bu taban üzerine kuruludur. organik bir teknoloji belki bize aynı verileri verecektir. sistemli olmak bizi bir adım daha öteye taşıyabilir. beklemek lazım ve disipline etmek lazım. kontrolü her zaman elde tutamayabiliriz ama bir kontrol olduğunu hepimiz biliyoruz. o zaman 1 ve 0 lardan oluşan bir sisteme bildiğimizden çok daha yakınız. dünyayı 1 ve 0 lar ile tanımlamak elbette mantıklı değil ama bu değerlerin farklı fonksiyonları ile organik tabanlı oluşmadığını kim iddaa edebilir. sistematize olmuş bir beyin ile eldeki veriler çok daha uyumlu olacaktır. düşünsel anlamda biraz zorlasa da belki bir süre sonra anlaşılacaktır.

25 Kasım 2011 Cuma

deneysel düşünceler

elimizde olanın kıymetini bilmedikçe, hayatta hep eksik bir şeyler kalacaktır. kendimizi ifade ederken aslında eksik olan taraflarımıza odaklanırız. daha fazlasını isteriz belki de ama elimizdekinin kıymetini bilmeden devam ederiz yola. ne olduğu hakkında ya da ne olması gerektiği hakkında çok fazla fikrimiz yoktur. düşünsel anlamda bir sürü sıkıntı yaşarız ama hep daha fazlasını isteriz. elimizdeki değerleri gerçekten olumlu bir şekilde tanımlasak bize bambaşka açılar sağlayacaktır. sadece bir an durmalı ve düşünmeliyiz aslında, biz ne yapıyoruz diye. ne olması gerektiği hakkında çok fazla kafa yormayız, yeterince çalışmayız ve bir yere varmadığımızı düşünürüz. gerçekten hayat bundan mı ibarettir. düşüncemiz bu boşlukta mı ruha sahip olmaktadır? sorular çok fazla ama cevaplar çok az gibi gözüküyor. sabit bir yerde kalmamamız gerekmekte aslında. doğanın içinde ya da hayatın tam ortasında bazı şeyleri kavrayabiliriz. bu durumun nasıl olacağı aslında biraz da bize bağlı. çaba göstermemiz gereken çok fazla şey var aslında. gerekli çabayı gösterdikten sonra ne yapmamız gerektiğini daha net anlayabiliriz.

kapalı bir hava bir çok insanı mutsuz etmektedir. benim içinse kapalı havalar özgürlük demektir. dünyayı daha mutlu görme halidir. herşey düşüncelerimiz ile şekilleniyor. durduğumuz yer ile sanırım doğrusal bir şekilde bağlanan bağlar ile alakalı. herşey bağ kurmakla alakalı. nasıl algıladığımız, kavramları nasıl değerlendirdiğimiz çok da önemli değil gibi bu noktada. kafamızı karıştıran şeylerden uzak kalmamız bize biraz huzur verecektir. elimizdekini anlamak için aslında katetmemiz gereken yollar bunların içindedir aslında. düşüncelerimizi ne değiştirir? bize kazanım sağlayan şeyler nelerdir? bu soruların cevabı bir çok insana göre değişecektir. durduğumuz stabil durumdan daha karmaşık bir yere gidecektir olaylar. algıladığımız dünya ise farklı bir gerçeklik sunacaktır bize. okuduğumuz bölümler, yaptığımız işler, dinlediğimiz müzik, giydiğimiz tişörtler... sonu gelmeyen bir yolculuk gibi. bu noktada aklıma isis geliyor. bir çokları için entel müziği denen bir konsepte sahipler. daha elit olarak algılanıyorlar. yaptıkları müzik sludge ve progresif ögeler ile donatılmış durumda. bunu hissedebilmek için biraz zaman tanımak gerekiyor. o zamanı tanırsak biraz huzur yakalanabilir aslında. grubun dağılması ise cidden üzücü ama yaptıkları işler tatminkar diyebilrim. uzun bir zaman boyunca dinlenecek işler yaptılar. hayatta bir anlamda müzik gibi. bir yerde kesiliyor ve bir yerde yeniden devam ediyor. kafamızdaki karışıklık düzene girmeye başlarsa, işlerin devamı da bu düzlemde devam edebilir.

hayatı kavrayışlarımız farklı. düşündüklerimiz bambaşka ama ortak noktalarımız var. insan olmanın gereği olarak algıladığımız dünya da benzer ögeler sunuyor bize. bazen biraz huzurlu, bazen biraz karmaşık ama gerçekten farklı hislerin yaşanabildiği bir dünya. nasıl kavrıyoruz? nasıl değerlendiriyoruz? bir anda düşen kablolar gibi belki de. onları hareket ettiren neydi? neden daha önce düşmedi? neden daha karmaşık olmadı. bunlar içinde söylenecek çok fazla şey yok aslında. düşündüklerimiz bunu bize daha net kazandıracaktır. elimizden geldiğince çalıştığımız sürece dünyayı algılayışımız da değişecektir. neden? nasıl? bunların somut bir cevabı yok. aslında devam eden şeylerin hepsi kafamızdaki düşüncelerden başkası değil. gerçekliği bu düşünceler tanımlıyor. belki simulasyın belki değil ama dünya "gerçek" dediğimiz ilizyon içinde yaşanmaya devam ediyor. zamanla işler daha farklı olacaktır belki de ama şu an için geçiş evresinde daha durağan olarak devam ediyor.

hastalık

içinde bulunduğunuz ruh hali ile gerçekten cansıkıcı olabileck bir zamanı tanımlar aslında. elimizden çok bir şey gelmez. sadece oturup bekleriz. kafamızda akan düşünceler vardır ama enerjimiz yoktur ya da düşünsel olarak sıkıntı içindeyizdir. nasıl baktığımızla alakalı aslında. elimizde neyin olduğu ile alakalı sanırım. böyle zamanlarda müğzik gerçekten büyük bir yardımcı olabiliyor. oturup grup dvdleri izlemek ya da güç kazanmak için bir şeylker okumak. hepsi bir yerde aynı yere gelmektedir. nasıl baktığımızla alakalı aslında. nasıl değerlendirdiğimiz ile alakalı sanırım. neler yapacağımız içimizdeki enerjinin ortaya çıkmasıyla alakalı sanırım. bazen beklemek bile bir çok alternatif kapılar açabiliyor insana. nasıl olduğu çok önemli olmasa bile bakış açılarımız sürekli değişiyor. enfeksiyon kapmış olan belki de beyinlerimizdir. bunun nasıl bir şey olduğunu net olarak tanımlamakta zor elbette.

hayatı kavradığımız yerde bir çok sıkıntı var aslında. dünyanın dönmesi, 7 milyar insanın yaşaması bunlar cidden insanın kafasını karıştıran şeyler. müzik içinde bile farklı yerlere gidebiliyor olaylar. giant squid diye bir grup var. yaptıkları müzik sludge/experimental/post-rock olarak tanımlanabilir sanırım. denizden bahseden insanlar. işleriyle alakalı sanırım. bu durum bile farklı bir bakış açısı yaratmış durumda aslında. tabi bu bahsettiğimiz grup major grupların içinde sadece bir pire olarak varlığını sürdürüyor. nasıl baktığı ya da nasıl algıladığı önemli olmayan bir çok insan için bir dünyayı tanımlıyor. bakış açılarımız bizi nerelere götürür? sorusunun açık bir cevabı sanırım. olması gerektiği gibi algılayabilenler için cidden bambaşka kapıları açıyor. üzerine düşünmek ve gerçekten zaman harcamak lazım.

bir şeyler üzerine düşünmek. cidden keyifli bir efor olarak tanıumlanabilir. bizi başka gerçekliklerin içine çekiyor aslında. nasıl baktığımıza, nasıl algıladığımıza göre değişiyor. müzik burada bir çokları için ara faktörlerden bir tanesi. müzik ile birlikte zihin daha aktif hale gelebiliyor sanırım. nasıl olduğunun da bir önemi yok aslında. sadece olan şeyler üzerine zaman harcamakla alakalı. yazmakta sanırım böyle bir şey. aklımızdan geçenleri şekillendirdiğimiz, kullandığımız dile göre farklı kalıpları tanımlayan bir oluşum gibi sanki. devam etmekle bir yerlere varılabilir aslında. nasıl algıladığımızla alakalı aslında. nasıl düşündüğümüzü şekillendiren bir durum. kitaplar burada cidden çok önemli bir yerde duruyor.

kitapların olduğu bir dünyada ilham almak çok daha kolay belki de. okudukça kafamızda gelişen mürekkep balıklarını daha net görebiliyoruz sanırım. mürekkep balıkları ya da deniz cidden çok başka bir dünya. o dünyada yaşamak nasıldır? sorusuna vereceğim çok mantıklı bir cevap yok. bir süre istanbulda yaşadıktan sonra bozkırlara yeniden dönmüş olduk. burada o nem yok, buralar belki daha soğuk ama dünya bir şekilde yaşıyor, nefes alıyor. düşünceler içinde nefes almak. bu farklı bir tanım olurdu sanırım. dünyamızı keyifli hale getiren değerler bunlardır sanırım. bu durum da cidden insanı mutlu ediyor.
nefes aldıkça hayatı yaşamaya devam edebiliyoruz. bu da sanırım bizi mutlu eden ögeler içinde.

dünya bir karmaşanın ortasında belki de. bakış açılarımız bu kaos ortamını daha farklı bir yere çekiyor. düşüncelerimizde tanımladığımız dünya belki daha hassas hale geliyor. uzaktan ya da yakından etkileşimde bulunduğumuz insanlar bizi hayatın farklı alanlarına götürüyor. sıkıntılarımız var. hayata dair algıladığımız gerçeklikler var. belki hepsi doğru, belki gereksiz, belki de çok gerekli. bu durumlar için net bir tanım yık. hangi düşüncenin öncelik kazanacağı bizim hatamız ya da olması gereken. algıladığımız şeyler içinde öncelikler çok fazla değişiyor sanırım. kafamızı karıştıran çok fazla parametre var. bu parametreler ile biz kendimize alternatif bir dünya yaratıyoruz. bu dünyanın içinde yaşamak için elimizde olan çok fazla şey yok belki de.

düşüncelerimizin keskinleştiği noktalarda, zihnimizin açıldığı noktalarda elimizdekini değerlendirmek belki de daha kolay olacaktır. bir şeyleri yapmak için yapmamız gereken şey devam etmek. bir şeye sürekli devam edersek o zaman elimizde olanın da değeri artar aslında. imkanlarımız çok kötü olmadığı ölçüde elimizdekinin değerini daha net kavrayabiliriz.

spor yapmak, müzikle uğraşmak, kitap okumak, düşünmek... sonu gelmeyen bir yolculuk gibi. bu yolculuk bizi hangi deneyimler içinde tanımlayacak bir fikrimiz yok aslında. devam etmek en mantıklı yok gibi gözüküyor. nefes almakta sanırım aynı dünyayı tanımlıyor.

alternatif düşünceler

tetris cidden insana çok keyif veren bir icat. zamanlaması elbette 90 lara ait. bu durum göz önüne alındığında eski teknoloji bize keyif verecek hale geliyor. burada aklıma tron geliyor. gerçekten efsane. kesinlikle göz önünde bulundurulması gereken bir eser. 90 lardan bu zamana gerçekten çok şey değişti ve daha fazla bireyselleştik aslında. elimizde olanlardan daha fazlasını istemeye başladık. ekonomik anlamda sıkıntıya girmemizin sebebi de belki budur. tam olarak bir şeyler söylemek cidden zor. tetris olayına geri dönersek, algoritmasını cidden çok merak ettiğim bir alet. burada eskiden hayal ettiğim katlanabilir tetrislerden buldum. şu anda bir sanal hayvan bulabilirsem onu da anı olarak elimde bulundurmak isterim açıkcası. tamaguchiydi sanırım adları. ölenler için mezarlar yapılıyordu japonyada. zaten ne kadar dengesiz muhabbet varsa hepsi japonyadan çıkıyor. adamlar animelerden, tetrislerden, uzun çalışma saatlerinden kurtulabilmiş değiller. yeni yeni bir sürü şey ekleseler de aslında olması gereken şeyi tam olarak tanımlamıyor. elimizdeki değerleri tüketim toplumu içinde tanımlıyoruz.

kafamızı karıştıran bir sürü şey var. 90 lar belki de daha kolaydı kim bilir. zaman ilerledikçe 60 lar ve 70 lerin müzikleri cidden ilham kaynağı oluyor. çok başarılı işler çıkarmışlar. ellerindekini çok net kullanmışlar. pink floyd mesela. çok geç dinlemeye başladığım bir grup. hayat death metal ekseninde giderken pek dikkat edilmiyor aslında. sonrasında cidden kafamı çok rahatlattığını anladım ve diğer gruplara da göz atma gereği duydum. her yeni zaman dilimi aslında birbirinden farklı bir sürü şeyi tanımlıyordu. elimizdekinin kıymetini bilmekte belki böyle bir şey.

steven wilson. porcupine tree den hatırlayacağımız deha. bu adamı opethle çalışmaya başladıktan sonra tanıdım. en son halinde ise israilde orphaned land ile birlikte sahnede bir şarkı çalarken gördümn ve bireysel projesinde çektiği dvd yi izleme fırsatını edindim. dvd de ipodların müziği nasıl öldürdüğü konuşuluyordu genel olarak ya da milenyumda müziğin nereye geldiği diyelim. yaşı biraz daha ileri olanlar ya da geniş b,ir plak koleksiyonu olanlar için gerçekten anlaşabilecek bir durum. bu zamana uyum sağlayanlar için ise artık mp3 ler ve cd ler var ya da dvd ler diyelim. müziğin geldiği nokta cidden net olarak tüketim toplumunu tanımlıyor. elimizde olanların nereye geldiğini anlatıyor. bu da sanrım bizim dünyayı algılayış şeklimiz. steve wilson bir prodüktör ve gerçekten müzikal anlamda çok başarılı. özellikle konu 60 lar ve 70 ler olunca. bunu gözardı etmek cidden güç ama zaman farklı bir yerde devam etmekte. bunları elimizi aldığımızda nasıl davranmamız gerektiği hakkında net bir fikrimiz olmuyor. bazı kavramlar var özellikle müzikle ilgili. onları yerine getirebilirsen en azından gruplara destek olabilirsek, mp3 olayı da çok sıkıntılı bir durum arzetmeyecektir.

dünya müzikle dönüyor bir anlamda ve dönmeye de devam edecek. sadece bakış açılarımız değişecek ve doğruyu bir şekilde bulacağız.

sınırlar

düşüncenin sınırsızlığı her anlamda bizi var eden bir gerçeklik sunuyor. kafamızda şekillenen dünya ile gerçek dünya arasında bir sürü fark var. sanayi devriminden sonra insanlar artık gerçek dünyada yaşamaz oldular. özellikle 80 lerden sonra daha da belirgenleşen bir yalnızlık ortaya çıktı. kaçışlarımız bizi tanımlamaya başladı. tetrisler ile başlayan oyun dünyası şu anda tamamen gerçek zamanlı bir simulasyona dönüştü. karakterleri ile varolan insanlar ortaya çıktı. oyun oynamaktan ölenler oldu. çıta her adımda biraz daha yükseğe çıktı. kendimizi artık tanımlayamaz ya da anlayamaz olduk. yaşadığımız dünya artık eski dünya değildi. bir çok fonksiyon ile tanımlanan sınırlı gerçeklik artık bizim gerçekliğimiz oldu. matrix gibi değildi belki her şey ama aslında çok benzerdi. yaşadıklarımı ve algıladıklarımız bizi buraya sürükledi bir anlamda.

neler yapmamız gerektiği hakkında bir fikrimiz yoktu. sadece düzenin içinde kaybolan bireyler olduk. düşündük ve düşündüklerimiz çıtayı biraz daha yükseltti ve yalnızlaştık. ekşi sözlük gibi metin tabanlı kavramlar ortaya çıktı. yanlış hatırlamıyorsam nod diye bir durum vardı. rpg nin temellerini o şekilde atmışlardı. benim oynama fırsatım olmadı ama oynayanlar için bambaşka bir alternatifti. düşüncelerimiz artık bizi fiziksel evrenden ayırır hale geldi. sorular soruldu. gerçeklik nedir? gibi. buna bir sürü açıklama getirildi ama bir yere varmadı. bu durumun geçiş dönemini tanımladığını düşünüyorum aslında. bu dönem geçmeden önce işlerin rayına gireceğini çok da düşünmüyorum açıkcası. varlığımızı bu tanımlayacaktı belki ama bu işte bir yanlış vardı. sıkıntılı olan yalnızlaşma değildi belki ama gerçekliğin artık tanımlanamaz oluşuydu. bir sürü değer ve bir sürü kavram var. sanal dünyada bunlar artık gerçek hale geldi. belki de "tron" gerçekti. olması gerekenlerden biriydi belki de. pi filminde olduğu gibi bir yerden sonra makineler bilinç kazanıyordu. matrix de çok güzel işlenen bir konu olmasına rağmen, bize çok çok uzakmış gibi başka altenatif dünyalar ortaya çıktı. inception da olduğu gibi rüyaların esiri olan insanlar vardı artık.

zamanla belki her şey daha net gözükecek ama görmeden önce neler olup bittiği hakkında bir fikrimiz olmayacak belki de. düşüncemizin varlığı bizi biraz daha yaklaştıracak. neye? gerçekliğe? sanmıyorum. artık gerçeklik hangi kalıplarda tanımlanacak o konuda da bir fikrimiz yok artık. sanal hayvanlar vardı bir zamanlar. onları besliyorduk. onları yetiştiriyorduk. düşüncemiz artık bizi nereye taşıyor görmek gereçkten garip. sanal hayvanlar gerçekten eğlenceliydi ve birara herkeste bunlardan bir tane vardı. bizimkinde ise 9 tane hayvan vardı. biri öldüğü zaman diğerine geçiyorduk. bu şekilde devam ediyordu. oyalanacak bir şeyler her zaman vardı. tetrisler gtibi. benim hala bir tetrisim var ve oynamak cidden çok keyif veriyor. herşey böylece ortaya çıktı sanırım. oyunlar artık 3d şekillere girdi ve artık çıta biraz daha yükseliyor.

matrix 2 çekilirken röportajlarda oyuncular şöyle bir cümle kurmuşlardı. "çıta artıuk o kadar yükseldi ki, ne olacağı ya da olduğu hakkında bizim de bir fikrimiz yok." bu gerçekten çok garip bir cümle. milenyumu tanımlayan motto belki de bu olacak. biraz daha araştırma ile nelerin olduğunu daha net görebiliriz. görebilecek gözlerimiz olduğu sürece ve gerçekliği doğru şekilde tanımlarsak sanırım görebiliriz. göremezsek sanırım o gerçeklik bizim gerçekliğimiz olmuş ve dünya artık orada yaşıyor demektir. belki makineler belki simulasyon, belki farklı kavramlar. ne olduğu hakkında bir fikrimiz olmasa bile herşey beklenmedik bir ivme ile ilerliyor.

24 Kasım 2011 Perşembe

müzik

hayatımıza her yönüyle anlam katan teknoloji. kafamızdaki dünyayı tanımlamak için mükemmel araçlardan bir tanesi. film, kitap ve müzik diye sınıflandırmanın belkide en güzel yeri. kafamızdaki yeşil çimleri ya da kasveti tanımlayan notalar. bazen bir kaç tane, bazen yüzlerce notadan oluşmuş, hayatımızı keyiflendiren durum. müğzik diyince insanın aklına kendine ayırdığı zamanlar geliyor. bu tamamen dünyadan kaçış, alternatif dünyaların oluşmasını sağlayan araç. elimizde bir çok fonksiyon var dünyayı tanımlamak için. ne kadarı yeterli? bunun somut bir cevabı yok sanırı. zaman hızla ilerledi ve müzikte farklı bir hal aldı. önce plaklar vardı, sonra kasetler ortaya çıktı, daha sonra cdler ve en son geldiği nokta mp3. elimizde bir sürü şarkıdan oluşan arşivler var ve artmaya devam ediyor. vivaldi yaşasaydı ne düşünürdü bilmiyorum ama kafasının karışacağı aşikar sanırım.

nasıl bir dünya tanımladığımızla alakalı aslında. iyilikler mi? kötülükler mi? yoksa kaotik bir ortam mı? bunun somut olarak bir cevabı yok sanırım. nereden başlamak gerektiğine dair bir iz de yok aslında. sadece zaman içinde insanların dışa vurumları arttıkça, değerlendirme yetimiz de farklı bir yere geliyor. kulaklıkla takılan izole olmuş bir gençlik var artık. gerçek dünyada değil belki ama sihirli bambaşka bir dünyada yaşıyorlar. kaçışlarının en büyük sebeplerinden biride sanırım müzik. dışa vurum olarak nereden nereye getirdiğini kavramak cidden zor. zaman ilerledikçe progresif müzikler de belki insana daha yakın geliyor. tanımlanan dünyanın içindeki alternatifleri de sıralıyor sanırım.

sludge, hüznün ve post-modern olguların içinde yatan hüzün. çok az kişinin keyif aldığı bir tarz. kesinlikle huzur veriyor. bazen ise karanlık atmosferi sizi bir anda sarmalıyor. nasıl baktığınız önemli değil ya da ne düşündüğünüz de önemli değil. sadece algılamanız yeterli. böyle olursa dünya daha farklı bir yer olurdu sanırım. değerlerimiz de ona göre şekilleniyor sonuçta. daha yazacak çok şey var belki ama bu da başlangıç için yeterlidir diye düşünüyorum.

bilinç üzerine

insanların hayatı algılayış şekilleri birbirinden farkılıdır. görmek istedikleri dünya da birbirinden farklıdır. bazen elde olanlarla idare etmek gerekir.bu durum kişilerin bakış açısını değiştirmektedir. olması gereken ve olan şeyler hayatımızı farklı bir formata sürükler. hata yaparak doğruları ya da yapmamız gerekenleri öğreniriz. bizi bir yerden bir yere taşırlar. insanların ellerindeki değerler, yaşadıkları kültür ile doğru orantılı olarak değişir. ilk başta sadece düşünceler vardır. kafamızı meşgul eden ve sürekli tekrar eden düşünceler. ne yapmamız gerektiğini bize söylerler ve bizi bilinçli kılarlar. peki bilincimiz elimizden alınırsa? eldeki veriler ile bir yere ulaşabilir miyiz? bunlar hep muğlak şeylerdir. düşüncemizi bir anlamda geliştiren algılardır. nasıl hareket etmemiz gerektiğini tanımlarlar. düşünce artık dinamik hale gelmiştir. birileri derslerini alır, birileri yeniden öğrenmek için daha çok çalışırlar. sonuçlar aşağı yukarı aynıdır. düşüncemiz bu anlamda şekillenir. elimizdeki değerler artar ve gelişir.

bir yerden sonra bambaşka bir boyuta sürüklenirler. düşüncenin sınırlarını zorlarlar. müzik gibi herşey aslında birbirine karışır. ne olduğuna bakmaksızın elinizdeki değerleri farklılaştırır. düşünsel anlamda ilerlemek ise sanırım böyle bir şeydir. insanda özgüven olmalı makul koşullar içinde. kendini sevmeli ve pozitif bakış açısını yakalayabilmeli. her zaman olumlu olmayacaktır elbette ama düşünceler olumlu bir yere çekilebilir. sakin kalmak en makul çözümlerden bir tanesidir.

bazen karar verirken bir adım geriden bakıp durumu daha net görebiliriz. herkes anlık tepkiler ile bazı şeyleri sıkıntılı bir boyuta taşımaktadır. taşıdıkları yer aslında varolmak istedikleri yer değildir belkide ama olaylar o yönde gelişir. sıkıntı bir çok zaman yanımızda olan bir kavramdır. bunu göz önüne alarak değişimi sağlayabiliriz. yazdıklarımızda aynen düşünceler gibi daha berrak hale gelebilir. bazen bu durumu olumlu algılarız, bazen ise sıkıntılı bir yerde devam ederiz.

en önemli nokta adım atmak sanırım. bir adım attıktan sonra gerisi gelmektedir zaten. bu durumu kabullenirsek elimizdeki değerler de daha güçlü olacaktır. tanımlanmamak ya a kategorize edilmemek için benzerlerimizden farklı bir alana yönelmeliyiz. bu durumu sürdürürsek olumlu bir bakış açısı kazanılabilir.

elimizde olanları iyi değerlendirmeliyiz ve bir adım geriden takip etmeliyiz. mantıklı düşüncenin arkasında yatan şeyler bu durumları tanımlar aslında. değerlimizi başka bir boyuta taşımak için gerekli koşullardan birisi de budur sanırım.