yağmurlu günlerin atmosferi her zaman farklı olmuştur. havaların soğuduğu şu günlerde, bir nebze huzuru yağmur içinde bulabiliriz. etrafımızı sarmalayan bir sürü yaşam formu içinde, kendi sistemini yaymak adına koloniler kuran bizden başkası değildir herhalde. dünyada bir sürü dengesizlikler var. sistem balonlar oluşturduğu sürece bu dengesizlikler olmaya devam edecek. birileri aç, birileri sağlıksız, birileri muhtaç... şanslı azınlık için ise ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler realitesi devam ediyor. ne kadar acımasız değil mi? peki bizi onlardan farklı kılan ne? bunun cevabı yok elbette. objektif olursak var belki ama bireysel olursak, hakettiğimizi düşünüyoruz sadece. doğuştan kazanılan haklar mı bunu tanımlıyor? kafa karıştırıcı bir sürü detay var içinde elbette.
sorumluluklarımız, sorumsuzluklarımız, bir araya geldiğinde bizi başka bir atmosfere sürüklüyor sanırım. karşımızda iyilik ve kötülüğün temelleri duruyor aslında. bakış açılarımızı ne kadar değiştirirsek, olabildiğince farklı konularda bilgi edinirsek, bizi yeni sorulara götürüyor. arayış belki bu dünyada tamamlanmayacak. bakış açılarımız bu dünyada şekillenmeyecek. olması gerektiği gibi yaşanıp bitecek belki de. bu soruların cevabı yok. gene aynı döngü, gene aynı yakarışlar. bakış açımızı değiştirsek bile metafizik konularda yeterince bilgi ile donanamıyoruz sanırım. herkesin çıkmazları vardır. bunu genele uygularsak çıkmazlar daha da netleşir belki kim bilir.
müzikler, filmler, kitaplar bizi hayata bağlar. nasıl baktığımızı şekillendirir. düşüncelerimizi belli kalıplara sokar. gerçekten bu kalıplara ihtiyacımız var mıdır? kötülük birden fazlayken, iyiliğin bu denli az olması tesadüf mü? yanılsamalarımız bazen rahatsız edici olabiliyor. güçlü bağlarla hayata bağlanmak isteriz. bazıları bunu başarır, bazıları bunu başaramaz. okuruz, görmek istediğimiz gibi görürüz. bizi gene aynı sarmal yapının içine hapseder. düşüncelerimize zincir vurur ve her seferinde başa dönmemizi sağlar. peki bu algı en başta nasıldı? gene aynı kalıplar içinde sonsuzluğa uzanacak biçimde mi tasarlanmıştı? belki öyle belki değil.
şehir hayatı bize bir çok yeni şey öğretmiştir. şehirde yaşamanın kuralları vardır. yürüyen merdivende sol taraf hızlı inmek isteyenler için, sağ taraf ise yürüyen merdivene kendini bırakmışlar için. elbette hepsi kendi seçimlerimiz ile alakalı ama tuhaf değil mi? yapının arkasında şekillenen düşüncelerin olması? yürüyen merdiven efor harcamadan ulaşacağımız yere ulaşmak için değil mi? peki bu hız kazanma niye? neden daha fazla acele ederiz.
geçmişte ve gelecekte yaşayan insanlar için "an" ın bir anlamı yoktur. sadece beyninde hapsedilmiş birileri için gelecek ve geçmiş vardır. toplumun tamamına baktığımızda ise her yerde bu durumun canlı canlı yaşandığını görürürz. kaç kişi anı yaşayabilir ki? kaç kişi bu hayattan zevk alabilir ki? hepsi aynı şey değil mi? geldiğimiz yer ve gittiğimiz yer. önemli olan yol mu? yoksa yolda yürümek mi? bir çokları için kafasındaki yoldur gerçek olan, azınlık için ise yolda yürümektir. bu düzenin işşeyişi ile alakalı sanırım. belli bir yaştan sonra zihinlerin özgürleştirilmeyeceği ile doğrudan orantılı sanırım. peki elimizde kalan ne ? ne yapmamız gerekir ki bunu sağlıklı bir zemine oturtalım? bunun da cevabı yok aslında. sorulan sorulara elbette bir cevabımız var. hepsinin bir mantığı var. hepsi bir sistem içinde birbirine bağlı. bu sorulara gerçekten cevap verebilecek cesaretimiz var mı?
yağmurlu günler güzeldir. azınlık için keyif verici zamanlardır. zamandan ve mekandan bağımsız olarak, doğanın içinde bulunmak gibidir. bu parametreler aynı şeyi gösterirken, mücadelemizi neyin üzerinden kurguluyoruz. anı yaşayıp biraz daha keyif alabiliriz aslında. olması gereken de budur belki. düşüncelerimizin özgür kalması dileğiyle...


Hiç yorum yok:
Yorum Gönder