Bir hayal dünyasından sesleniyorum. Ne daha fazlası, ne daha eksiği içinde barınıyor. Düşler sarmış kafamdaki her yeri, her hücreyi ve sarmaya da devam ediyor. Rutinlerim var bu hayata karşı. Yazılması gerekenler ve okunması gerekenler. Huzuru biraz bunlarda buldum. Ne olması gerektiğini bilmiyordum. Aradım uzunca bir zaman ama sessizlikte huzur buldum. Bunlar hayatımın en önemli parçaları haline geldiler. Bunlardan kopamadım ve kopmakta istemedim. Yazmak istedim delilercesine. Kimse okumasa bile yazmak istedim. Günün birinde benim çığlıklarımı duyan birileri olacaktı. Olmasını hayal etmeden yazdım ve bir yerden sonra beni okuyan insanların da olduğunu farkettim. Bunlar tesadüfi olarak gelişti belki ama oradalardı.
İnsan hayatında buruk geçen zamanlar var. Bu zamanların adını koyamıyoruz. Sadece üzgün ve sadece orada. Orada olması bile can yakmaya yeterli potansiyeli içinde barındırıyor. Can yandıkça daha fazlasını istiyor insan. Seçeneksiz kaldıkça üretmek istiyor. Yerine yenisini koymak istiyor ve yenilerini görmek istiyor. Kısaca insan çok şey istiyor. Umutlarını yaşatmak ve sevmek istiyor.
Sevmeyen ve sevilmeyen insanlar gördüm. Onların acısına ortak oldum. Onlar gibi olamadım belki ama onlardan daha farklı bir yaşam formu haline geldim. İçimdeki buhran gün geliyor dünyaları kaplıyor, gün geliyor bir bardağı bile doldurmaya yetmiyor. İnsanların kafasındaki kötü düşüncelere baktım. Umarsızca ürettikleri kötülüklere baktım. Bir ayna oldu benim için. Benim de kafamda kötülükler vardı. Kötülüğü üreten melekler ya da şeytanlar değildi, bizzat kendi dünyamızda şekillenen gerçekliklerdi.
Zaman geçti ve büyüdüm. Eskiden olanlardan daha fazlasına sahibim. Sahip olmaktan ziyade üretmek benim için daha cazip olsa da, sahip olmayı seçtim. Daha fazla kitaplarımın olmasını, daha fazla oyunlarımın olmasını, daha fazla kalem ve daha fazla defter. Daha fazla yazmak için değil, daha fazla yazmayı arzuladığım için bunları seçtim. Geri dönüşü henüz olmadı ama geri dönecekler. Bana bir hayat verecekler ve bu hayat anlamlı olacak. Anlamlı bir yere oturacak. Ne olduğunu bilmiyorum. İsmini de bilmiyorum ama orada. Orada olduğunu bilmek bile kimi zaman bana huzur vermeye yetiyor.
Hayatın içindeki dalları gördüm. Ölmüş ağaçların dallarına hayat diyen insanları gördüm. Umursamadıkları yaşamlarını ve kaybettikleri zamanı düşündüm. Bu hayatta insanlık için daha fazlası üretilebilirdi. Olmadı. Kimse bunu düşünmedi. Düşünmesine de gerek yoktu belki. Hepimiz bencildik ve bencil olmaya devam ediyorduk. Her nefeste yeni bir hayatı kimse yaşamıyordu. Herkes bir şeyler şikayet ediyordu. En çok da koşturmacadan. Herkesin hayatında olan bu koşturma anlamsızdı. Anlamsızlaşmıştı ve o şekilde hayatına yön veriyordu.
Yön verilen o kadar fazla şey vardı ki, bir marangozun her şeyi yontması gibi. Her şey belirli bir kalına doğmuştu ve bu kalıplar her şeyi şekillendiriyordu. İkiyüzlülük ve insanların umarsızlığı burada kendine yol buluyordu. Dallanan kalıplardan düşünceler oluşuyor ve bu düşünceler anlamsız yerlere doğru sürükelniyordu.
En temel ihtiyaçlarımızı bile bazı sebeplerden dolayı yerine getiremiyorduk ve nefes alamıyorduk. Alınan nefesler azınlıktaydı ve bu azınlık o kadar yayılmıştı ki, genel içinde olanların bile anlamı yok gibiydi. Sürgünler oldu hayatlardan. Birileri oyunun dışında kaldı ve oyunlar bozuldu. Oyunların bozulmasıyla oldukları kalıplar yitirildi ve yerine anlamsızlık geldi.
Bu anlamsız düşünceler o kadar fazlaydı ki, suyun akması gibi onlar da bir yöne doğru akmaktaydı. Bu akıntının içinde varolmak bazılarına zor geldi ve hayatlarını sonlandırdılar. Fiziksel olarak ölmediler. Ruhları öldü ve ıskartaya çıkarıldı. Bunlar düşünceydi ve düşünceler asla ölümsüz değildi. Bazılarının düşünceleri ölmeye mahkumdu ve zamanla öldüler.
Yerine gelen düşünceler kendilerini kabul ettiremedi ve sürgüne zorlandı. Dışlandılar ve açıkta kaldılar. İşte bizim varoluşumuz da böyle karışıktı. Dallardan oluşmuştu ama dallar aslında varoluşumuzu tanımlamaktan çok uzaktı. Orada saklanan sinsi bir düşman gibi melekler ve şeytanlar anlaşmalar yapmışlardı. Bu anlaşmalardan zararlı çıkan hep biz olduk. Ölümsüz olmadık ve ölümsüz kalamadık. Ölümsüz olunmayan yerde ise manasız düşünceler şekillendi. Bu düşüncelerden arta kalan şeylerden beslendik ve beslenmeye devam ediyoruz.
Hayat kısa bir gündü ve o gün şimdiydi. Şimdiye bakarak ürettiğimiz bir çok şey darmadağın oldu ama geride bazı şeyler kaldı. Düşünce parçalarından yeni toplumlar oluştu. Bazıları kendi varoluşlarını bitirdiler, bazıları ise varolamadılar. Bu döngüler her zaman oradaydı ve orada olmaya devam etti. Bu düşüncelerden sıyrılmadıkça özgürleşemezdik. Özgürleşemedikte. Bazıları çalıştı ve daha fazlasını üretti. Geriye daha fazla şey bıraktı ama amaçladıklarını bırakabildiler mi? Bunlar hep soru işaretinin kendisi olarak kalacaklar. Geride ise anlamlı bir kaç kelime kaldı. Aşk gibi, nefes gibi, yaşam gibi, ölüm gibi...

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder